İki rekatlı namazlarda ikinci rekatın sonunda üç ve dört rekatlı namazların her ikinci rekattan sonra ve hem de sonunda yapılan oturuşlarda okunan ve halkımız arasında TAHİYYAT adıyla bilinen teahhüt, dua ve şehadet ifadelerinin okunması vaciptir.
Unutularak terk edilmesi sehiv secdesi, kasten terk edilmesi ise namazın iadesini gerektiren bu cümlelerin kusurlu da olsa latince metnini verelim:
Ettehiyyatü lillahi vessalevatü vettayyibat, esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatüh, esselamü Aleyna ve ala ibadillahissalihin. Eşhedü erlailahe illellah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülüh,
Türkçemize tercümesi (çevirisi) şöyledir; Dil, beden ve mal ile yapılan tüm ibadetler Allah içindir. Allahın rahmeti vereketi senin üzerine olsun ey peygamber. Şehadet (şahitlik) ederim ki Allahtan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammet (as) onun kulu ve elçisidir.
Kısaca tercümesi böyle olmakla beraber dikkat edilecek olursa cümleler arasında bağlantı yok gibidir. Öyleyse mananın iyice anlaşılması ve sunduğu mesajların alınabilmesi için bu sözlerin ilk defa nerede ve ne zaman söylendiklerinin bilinmesi ve bazı kelimelerinin eskilerin ilm-i şıkak dediği etimolyojisinin verilmesi istılahi (terminolojik) tahlilinin yapılarak tefsir edilmesi de gerekmektedir. Önce etimolojik ve terminojik tahlillerini yapalım:
Tahhay Hayye kelimesinin mastarının çoğulu olup yaşatma dilekleri anlamına gelir ki önündeki Lillahi sözüyle diriltici ifadeler, memnun edici sözler Allah içindir” manasını ortaya çıkarır. Arapların birbirlerine karşı “hayyakellah” demeleri de dikkate alındığında “Ettehiyyatü lillihi” cümlesinin “Allah seni yaşatsın söylemleri veya bu cümle ile verilmek istenen memnuniyetler Allah içindir, ALLAH İÇİN OLMALIDIR manasını içerdiği açıkça ortaya çıkar. Yani kimi memnun etmek istersek , kime selam vererek selamet, esenlik dilersek bunu allah rızası için yapmalıyız” demektir. Daha açık bir ifadeyle selam verdiğimiz kimseye sadece onu sevdiğimiz için değil aynı zamanda allah rızası için selamet dileriz.
VESSALEVATÜ kilemisindeki salevat kelimesi de salat kelimesinin çoğulu olup dua ve namaz manasına geldiği gibi diğer bedeni ibaretleri (oruç, haç ve kurban gibi) de içermektedir. Şu halde “vessalevat” sözüyle yapacağımız dua, kılacağımız namaz, tutacağımız oruç ve yapacağımız hac ziyaretleri ve keseceğimiz kurbanları gösteriş için değil sırf Allah rızası için yapacağımızı ifade etmiş oluyoruz. (Bu sözümüzde duralım)
Vettayyibat ifadesindeki TAYYİBAT sözü de teyyibe kelimesinin çoğulu olup güzel kokusu olan ve eşyanın en değerlisi helal ve sağlıklı olanı anlamındadır. Şu halde VETTAYYİBAT kelimesini kullanarak iyi kokuları ikram ederken Allah rızasını gaye edineceğimiz gibi malımızdan fakirlere infak ederken Allah’ın rızasını gaye edineceğimizi ifade ederek sadaka olarak vereceğimiz şeyin malımızın en iyisinden olacağını da teahhüt etmiş oluyoruz.
Diğer cümleler yoruma ihtiyaç duymayacak kadar açık oldukları için onların terminolojisini vermeden bu duanın ilk olarak nerede ve nasıl gerçekleştiğini anlatmaya çalışalım:
Peygamberimiz İsra (miraç) gecesinde Allah’ı gördüğü anda hemen ETTEHİYYATÜ LİLLAHİ VESSALALEVATÜ VETTAYYİBAT= Dili ile yapılan ibadetler, memnun edici ifadeler, beden ile yapılan ibadetler, iyi çalışmalar, mal ile yapılar ibadetler fakirlerin nafakalandırılması, gıdanın ve faydalı olanının kullanılması Allah içindir” deyince Allah da ona ESSELAMÜ ALEYKE EYYÜHENNEBİYYÜ VE
REHMETÜLLAHİ VE BEREKATÜH= Ey Peygamber Allah7ın selameti, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun” diyerek mukabelede bulundu (karşılık verdi). Bu karşılık üzerine peygamberimiz:
ESSELAMÜ AEYNA VE ALA İBADİLLAHİSSALİHİN= Selamet (rahmet ve bereket sadece benim üzerine değil) bizim ve allah’ın salih yani iyi kulları üzerine de olsun” ifadelerini kullandı. Tabii ki Allah’ın selamet, rahmet ve bereketinin sadece kendisine almayıp Allah’ın iyi kullarına da verilmesini istemek, değil dünyanın bir ucunda kainatın bir ucunda (Arşı alada ilahi makamda) dünyadaki ümmetlerini unutmayıp kendisine verilecek selamet, rahmet ve berekitin onlara da verilmesini istemek çok yüce bir duygunun ifadesidir. İşte bu yüce duygu karşısında bu mükalemeyi (karşılıklı konuşmayı) _tabirimin hoş karşılanması dileğiyle- Allah ile Peygamberimiz arasında geçen diyaloğu duyan Cebrail ve bütün melekler;
EŞHEDÜ EN LAİLAHE İLLELLAH VE EŞHEDÜ ENNE Muhammeden abdühü ve resülühü” dediler. Yani şehadet ederim ki Allah’tan başka her şeye hükmeden ve tam güvenilir sığınak ve ibadete layık olan yoktur, Muhammet (as) de onun kulu ve Peygamberidir” şeklinde tanıklık ettiler. Adeta
“biz son peygamber Hz. Muhammed’in kendini değil sadece ümmetini düşündüğünü ve allah’ın srızasını gaye edindiğini işitiyorduk, şimdi ise sem’alyakın şüphe getirmez şekilde duyarak öğrendik ki Muhammed (as) Peygamber olarak gönderildiği insanları düşünüyor, onların selametini esenliğini istiyor. O nedenle içtenlikle şehadet ediyoruz ki Muhammed(as) hem Allah’ın has kulu ve hem de elçisidir. İşte en büyük Peygamber, iste en son ilahi rehber” dediler. Öyleyse dua ve teahhüdü içeren bu diyalog ve şehadeti okuyan müsmülanlar
1- Tüm tahieyyeleri, (zinde kılıcı ifadeleri) selam verme ve gönül almaları, genel bir ifadeyle dil ile yapılan ibaretleri Allah için yapacaklarına söz verdikleri gibi böyle olması gerektiği mesajı da vermiş olurlar. Müslüman olmak şartıyla, Allah’ın rızasını gaye edinme kaydıyla nezaketli konuşmaların da ibadet olacağı mesajı da var bu tümcelerde.
2- Beden ile yapacak oldukları ibadetleri Allah için yapacaklarına gösteriş yapmayacaklarına söz vermekte oldukları gibi her müslümanın yapacağı ibadeti çifte standart ile değil sırf allah rızası için yapmaları gerektiği, besmele ile yapılabilecek işlerin yani helallerin ve kendi üstünlüklerini göstermek, caka satmak için değil allah’ı da razı edecek biçimde başkalarına zarar vermeden yapılması gerektiği tahhüdünü yapmakta ve mesajını da vermiş olmaktadır.
3- Mal ile yapacakları ibadetleri Allah rızası için yapacaklarına, zekat ve sadaka verdikleri fakirlerden diyet beklemeyeceklerine bir yol veya köprü yaptıklarından gerek milletten ve gerekse devletten özel bir menfaat içinde olmayacaklarına söz verdikleri gibi böyle olmaması gerektiği teahhüdünü yapmakta ve mesajını da vermiş olmaktadırlar.
4- Bu diyalog ve şehadetin üçüncü tümcesi dil, beden ve mal ile yapılan ibadetleri sırf Allah rızası için yapanların Allah’ın selamet, rahmet ve bereketine kavuşacakları mesajını verdiği gibi bunu okuyan müslümanlar da başta peygamberimiz olmak üzere ibadetlerini beşeri (insani) ilişkilerini Allah rızası için yapanlara selamet, rahmat ve bereketle dua etmiş olurlar ki bunca namaz kılan müslümanın içtenlikle bu duayı yapmış olsalar kabul olmaması düşünülemez
5- Bu mükalemenin üçüncü tümcesini okuyan müslümanlar kendilerine selamet (esenlik), rahmet (maddi ve manevi nimet) ve bereket verildiğinde bunların diğer Allah’ın iyi kullarına da verilmesini isteyeceklerine söz vermiş olurlar. Yani Rabbena hep bana demezler. Ayrıca bu cümle müslümanların bir nimete bir makam ve mekiye kavuşmaları lalinde diğer insanların da bunlara kavuşmalarını istemeleri gerektiği mesajını da içermektedir.
Mevlid-i şerifin sünnet bahsinde mısralandırıldığı gibi peygamberimiz daha doğduğu saatte secdeye kapanıp “Ey mevla yüzüm tuttum sana Ya ilahi ümmetim virgil bana” diyerek ümmetinin bağışlanmasını istediği “Ümmeti va ümmeti=ah ümmetim vah ümmetim diyerek bizim derdimizi dert
YORUMLAR