Sevgili çocuklar,
Bir işi iyi bilen insana usta deniyor. Bu kelime daha çok maharet (yetenek) isteyen işlerde ve özelikle de sanayide kullanılıyor.
Ustanın bir müddet (zaman) yetiştirdiği kimseye ise kalfa deniliyor.
Kalfa, kendine verilen işleri yapıyor ama sonunda o iş, bir de ustanın kontrolünden geçirilerek tamamlanıyor.
O iş yerine henüz yeni başlayan acemilere ise çırak deniliyor.
Sanayide, bir sanayicinin dükkânında güzel bir ifade görmüştüm.
“Sadece eli ile çalışan kişi işçi,
Eli ve kafası ile çalışan kişi usta,
Eli, kafası ve kalbi ile çalışan kişi ise sanatkârdır” deniliyordu.
Sporda ve özellikle de güreş sporunda kalfa olmuyor. Yetiştirilen insan, ustasının karşısında hep çırak olarak isimlendiriliyor.
Müsabaka, karşılaşma demektir. Futbolda iki takımın oynaması gibi…
Güreşen insana eskiden beri Pehlivan dendiğini de biliyorsunuz.
Sevgili kardeşlerim,
Bu bizim usta pehlivan yıllar yılı güreşte elde ettiği üstün derecelerle “Başpehlivan” olmuş. Ona verilen “altın kemeri” iftiharla (mutlulukla) saklayıp duruyormuş.
Güreş sporunu öğrenmek isteyen yeni gençler, bizim başpehlivanımıza gelerek;
“Bize de bu sporu öğretir misiniz?” diyorlar ve yanında çalışmaya başlıyorlarmış.
Ancak her sporda olduğu gibi, bu sporda da kuvvet ve dayanıklılığın yanı sıra mutlaka aklı da kullanmak gerekir.
Ama yeni gelen bu çırakların çoğu çalışma süresinde elenirlermiş. Zira bir kısmının kuvveti yetişmez, bir kısmının dayanıklılığı yetmez, bazıları oyunları öğrenemez, bazıları da akıllarını yeterince kullanamazlarmış.
Ama bunların içerisinde zaman zaman iyileri de çıkarmış.
Çırağın biri, bütün engelleri aşarak ustasının seviyesine ulaşmış.
“Ustam. Ne olur. Bana bu sporun bütün oyunlarını öğret” dermiş. Ancak ustası bu sözü duymamış ama geçiştirirmiş. Çırak da biliyormuş ki ustası bütün oyunları kendine öğrettiği halde bir oyunu öğretmiyor.
Bu çırak bir gün devlet yöneticilerinin de bulunduğu bir ortamda;
“O, benim ustamdır ve hocamdır. Benim üzerimde büyük hakkı vardır. Yoksa kuvvetçe ondan aşağı değilim ve sanatça da onunla aynı seviyedeyim (!)” diyerek övünmüş.
Çırağın bu edep dışı sözü devlet erkânının (adamlarının) hoşuna gitmemiş ve ustaya haber göndererek çırağıyla bir güreş tutmasını istemişler.
Güreş günü belirlenmiş.
O gün usta ile çırağın güreşini seyretmek için birçok insan güreşin yapılacağı meydana gelmişler.
Çırak, büyük bir debdebe (gösteri) ile alana gelmiş. Onun çalımını görenler, bu pehlivanın mutlaka galip geleceğini zannederlermiş.
Usta da görmüş ki, çırağı kuvvetçe kendinden üstün.
Bir müddet ısınma hareketleri yapılmış ve iki pehlivan kapışmışlar. Ama bir yere gelinince usta, çırağa öğretmediği o tek oyunu ona uygulamış.
Tabii çırak bu oyunu bilmediğinden kendini savunamamış.
Usta pehlivan iki eliyle onu havaya kaldırmış ve yere vurmuş.
Müthiş bir halk tezahürü (alkışlaması) duyulmuş. Usta, bu oyunla çırağı yenmiş.
Ustaya büyük ödüller, çırağa da bir güzel güzel öğüt vermişler.
“Sen, seni yetiştiren hocana vefasızlık ettin. Onu yenebileceğini söyledin ama bak sen yenildin” demişler. Çırak da;
Ama ustam beni kuvvetiyle yenmedi, bana öğretmediği o tek oyunla yendi” demiş.
Ustası da ona; “Ben bu oyunumu, böyle bir gün gelir diye saklamıştım” demiş.
Sevgili kardeşlerim,
Kendi yetiştirdiğin bir insan bile zaman gelir, senin karşına çıkarsa… O zaman dostlarım, dediğin insanlara iyi bak.
Bunlar senin dar zamanlarında yanındalar mıdır, yoksa karşındalar mı?
Yoksa “senin yüzüne gülüyor da arkadan senin kuyunu mu kazıyorlar?”
Bir gün bir yerden veya bir kimseden her an bir ihanet görebileceğini hatırından çıkarma ve bütün işlerini ona göre ayarla.
Peygamberimizin (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde;
“Dostunu aşırı sevme, belki bir gün düşmanın olur. Düşmanına aşırı kin duyma, belki bir gün dostun olur” dediğini unutmayın.
YORUMLAR