Bir insan kendi hür iradesiyle herhangi bir teşkilata (dernek, parti v.b) üye olursa o insan artık o teşkilatın bir parçasıdır. Üyeler, bütün yaşayışlarında bağlı olduğu teşkilatın amaçlarına da uygun hareket etmeleri gerekmektedir. Bilindiği üzere üye olma ve o teşkilata bağlanma isteği yazılı ve sözlü bir talebin belirtilmesi üzerine gerçekleşir. Kimsenin bir yere zorla üye da olması istenemez.
Bağlı bulunduğumuz (dernek, cemiyet v.b) eğer manevi değerlerin tanıtılmasını yapıyorsa o zaman o kuruluşun değeri çok daha artmaktadır. Bu kuruluşun bizim için önemi olmasının yanı sıra o kuruluşun bizden beklediği asgari şeyler de vardır. Üyesi olduğumuz topluluğun (cemiyet) ve fikirlerinin her yerde ve her zaman üstün tutulması, onun sembol veya işaretlerini hiçbir şeyden korkmadan ve çekinmeden taşınılması, topluluğun başarısı için yapılması gereken işlerinin bir kısmı, üye üzerine görev olarak verilmesi halinde o görevin yerine getirilmesi ve topluluğa ihanet edilmemesi yani gemiyi terk edilmemesidir.
AZİM VE SABIR, BAŞARIYI GETİRİR
Bir kuruluş (mevcut yasalara uygun olarak) bir amacın, bir gayenin tahakkuku için kurulur ve burada çalışanlar bir arı veya karınca topluluğu gibi çalışarak amaçlarını gerçekleştirmeye gayret ederler. Bu esnada karşılarına bir takım zorluluk ve güçlüklerin çıkması mümkündür. Çıkacak her türlü güçlük karşısında sabretmek ve yılmamak lazımdır. “Bu güçlük ve zorluklar, Rabbimdendir. Ben onu yenmeye çalışacağım ki Allah (c.c) da bana büyük mükâfat verecek” diye inanmalıdır.
Tarihte Yıldırım Beyazıt Han’la savaşan Timur’u bilirsiniz. Timur, bir gün harp meydanında çadırından çıkar ve ordugâhı kontrol etmeye başlar. Bu arada gözüne kendi çadırının bezinde yürüyen bir karınca ilişir. Karınca çadır bezinin ortasına gelmiştir ki Timur, ona bir fiske vurur ve yere düşürür. O küçücük karınca yerden doğrulur ve aynı çadırın üzerine tekrar tırmanmaya başlar. Karınca ilk fiske yediği noktaya gelince Timur tekrar bir fiske vurur ve onu tekrar yere düşürür. Bakar ki karınca yılmadan ve yolunu değiştirmeden tekrar çadırın bezinden yukarıya doğru tırmanmaya başlamıştır. O zaman Timur; “Bu karınca benim için örnek olsun” der ve hayatı boyunca bütün mücadelelerinde karıncanın sarsılmaz azmini kendisine örnek alır.
SABIR, MİSKİNLİK DEĞİLDİR
Toplum olarak sabrı, çok yanlış anlamışız. Hiçbir şeye karışmamak, bir takım hoş olmayan hareket ve davranışlara karşı onları umursamamak, bizlere sabır diye öğretilmiştir. Büyüklerimiz çoğu zaman “Aman oğlum, bunlara sabredelim, sen her şeye karışma” demişlerdir. Hâlbuki bize düşen görev; “Bir kötülüğü görürsek onu elimizle düzelmek (doğrunun, iyinin, güzelin, adaletin iktidara gelebilmesi için oy kullanmak da el ile düzeltmeye girer), el ile yapamazsak dil ile düzeltmek (öncelikle ilim adamları ve hatipler) onu da yapamazsak kalbimizle buğz etmektir (kötülüğe ve onu yapanlara destek olmamak, yanlarında görünmemektir). Bilmeliyiz ki bu sonuncusu, imanın en zayıfına sahip olduğumuzun bir işaretidir.”
Sabır, çok güzel bir haslettir. Allah (c.c) Asr süresinde, hüsrandan (dünya ve ahiret zararından) kurtulanların özelliklerini bildirirken; “Önce İman sahibi olmayı, sonra salih amel (iyi işleri yapmak), daha sonra Hak’kı ve hayrı tavsiye etmek dedikten sonra “Sabrı tavsiye etmek” maddesini eklemiş ve bu dört maddeden biri bile eksik olursa o insanın dünya ve ahiret hüsranından (ziyanından) kurtulamayacağını bildirilmiştir.
O halde sabır nedir? Denirse, bu soruya âlimlerimiz şu cevabı vermişlerdir. “Sabır üçtür. Bunlar; Hakkı bulup onu tanıdıktan sonra o yolda bir ömür gidebilmek için sabretmektir. İkincisi Hak yolda giderken karşılaşılacak zorluklara ve güçlüklere karşı sabırdır” demişlerdir. Üçüncüsü ise; “Nefsin istediği kötü şeylerden kendini korumak ve masivalara (kötü işler yapmaya) karşı sabır etmektir” demişlerdir.
Sabır konusunda söylenmiş atasözlerimizden birisi; “Sabırla, koruk helva olur” şeklindedir. Üzüm bağını hazırlamak, onu sulayıp budamak, gerekiyorsa ilaçlamak bize ait hususlardır. Sonra onun meyvesi olan ekşi tada sahip koruğun çıkması ve bu meyvenin zamanla helva gibi tatlı olması Allah’a (c.c) aittir.
TOPLANTIYA KATILMANIN ÖNEMİ
Bütün gönlümüzle benimsediğimiz bir kuruluşun davetine (çağrısına) katılmak görevlerimizin başında gelir. Bu davet, yazılı, sözlü, mesaj, e-mail yollarıyla gelebildiği gibi bir gazete haberi veya ilanı şeklinde de bize ulaşabilir. Şöyle veya böyle, bize bir davetin ulaşmış olması, o toplantıya mutlaka katılmamızı gerektirir. Ve biz şunu biliriz ki; “Ben katılmazsam, bu toplantı yapılamaz.” Nitekim bizim cep telefonumuza gelen bazı davet mesajlarında; “Sen katılmazsan bir eksiğiz” diye bir ikazlar bulunulmaktadır. Toplantılar halka açık değilse mutlaka yoklama yapılır. İşte o yoklama da “yok” yazılmamak lazımdır.
Yıllarca değişik kuruluşlarda (Milli Gençlik Vakfı, Kur’an Kurları Federasyonu, Teknik Elemanlar derneği gibi) yöneticilik yaptım. Her ay yaptığımız aylık toplantılara muntazaman katılanlara takdirle, teşekkür belgesi, plaket, madalya ve hediyeler verir, toplantılara katılmamayı itiyat (alışkanlık) haline getirenlere önce gerekli ikazı yapar, aynı halin devam etmesi halinde ise görevinden alarak, o göreve bir başka kardeşimizi atardık.
Milli Gençlik vakfı Genel Başkanlığını yürütmekte olduğumuz günlerde, toplantılara katılma sayıları ile yol uzaklığı ile üzerinde bir çalışma yaparak, bu sahada yüksek puan alan üyelerimize başarı belgeleri vermeyi düşündük ve yoklama listelerini inceledik. Gördüğümüz şey bizleri de hayret ettiren bir durumdu.
Yol mesafesi Ankara’ya en uzak olan yerlerden olan ve buna rağmen her ay yaptığımız “Gençlik İstişare heyeti” toplantılarına en çok katılan üyemizin Batman’dan katılan kardeşimiz İsmail Kartal olduğunu gördük. Kendisini, toplantıda hazır bulunanların huzurunda sahneye çağırarak tebrik ettik ve ödülünü verdik.
YORUMLAR