Önümüzdeki yerel seçimler milletimiz için tarihi bir fırsattır, dönemeçtir. Çünkü insanlar seçimlerde, aslında partileri değil, kendi geleceklerini seçmektedirler. Herkesin geleceğini oy verip desteklediği partinin zihniyeti ve gelirse icraatı belirleyecektir.
Oyumuz da sadece kendimizin ve yakın çevremizin değil 70 milyon milletimizin, milyarlarca ezilenin İslam âleminin ve tüm insanlığın hakkı vardır. Çünkü oy verdimiz partilerin bütün iyilik ve kötülükleri ile bunların yan etkilerine ortak olunmaktadır.
Bu seçimler, iktidarda ki AKP ile ana muhalefet partisi CHP’nin meydanlarda birbirlerine atıp tutmasının kafalarda doğurduğu “işte karşımızda iki parti var” imajından ibaret değildir. Aslında sandık başına giden bir vatandaşımız yirmi parti arasından birini değil, AB veya ABD birini mi yoksa Milli görüşümü seçecektir, buna karar verecektir.
ABD, faiz ve sömür demektir, “ümüğümüzün sıkılması” demektir. AB bağımlılık demektir, işbirlikçilik demektir. Avrupa, işsizlik, açlık, yokluk ve zillet demektir. Yüksek Hızlı Trenler, hava meydanı ve uçaklar, deniz altından tüp geçit yapılması için aldığımız krediler ile her şeyin kontrolünü onlara bırakmamız demektir.
Önümüzdeki seçimleri ABD’ci bir partinin kazanması halinde milletimiz bu günkü ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerden daha kötüsüyle karşılaşacak demektir. Seçim sonra yağmur gibi yağacak zamları, yeni vergileri şimdiden kabul etmek demektir.
Oysa mikroptan ilaç ve faizden fayda gelmez. Bunlarla bir ülkenin kalkındığı asla görülmemiştir. Venezuala ve Malezya’nın kalkınma hamlesi Batı ile göbek bağılarını kesmesi ile gerçekleşmiştir. Elbette her zaman ikili anlaşmalar yapılır. Ancak bu anlaşmalarda “nimet – külfet dengesi” ne dikkat etmek gerekir.
YA MİLLİ GÖRÜŞ
Size, “Milli görüşün” edebiyatını yapmaktan daha çok 1973 – 1978 arası ile 1996 – 1997 arasında yarım yamalak (koalisyon halinde) iktidara gelmiş olan “Milli Görüşlü hükümetlerde” neler yapılmış milletimize neler kazandırılmış bunları iyice düşünmenizi tavsiye ediyorum. Hatırlamakta zorlananlar veya yaşı küçük olup ta o yakın devreleri henüz bilemeyenler yaşı müsait olanlardan öğrenebilirler.
“Ağır sanayi hamlesi… Fabrika yapan fabrika… Her ile bir fabrika…” gibi hamlelerle 200 ağır sanayi fabrikası kurulması için yoğun çalışmalar yapılmış, 1978 sonunda “Güneş motel oyunuyla” bu hükümet düşürülürken, fabrikalardan 70 tanesi bitirilmiş, 130 tanesi ise programı gereği zaman içerinde bitirileceği var sayılmıştır.
Bunların içerisinde “Motor fabrikası (Konya) Traktör fabrikası (Konya) Elektronik cihazlar fabrikası (Aydın) Elektromekanik (gaz ve su türbinleri) cihazlar (Diyarbakır) Hidrolik makineler (Trabzon), TUSAŞ Türk uçak sanayi A.Ş’nin Uçak sanayi fabrikaları, İş makineleri fabrikası (Polatlı ve Kulu) ve daha yüzlerce ağır sanayi fabrikası…” iç ve dış borçların faizlerinden kurtarılan paralarla yapılmaya çalışılmıştır.
Şimdi bu fabrikaların yerinde yeller esmekte ve çoğu da yabancılara satılmış bulunmaktadır.
1996’da Refah-yol hükümeti kurulduğunda “asgari ücret belirleme komisyonu” toplantı halindeydi ve bir evvelki Başbakan Mesut Yılmaz, kendi iktidarında işçiye % 5 – 10 gibi zamlar verirken yeni hükümetin ilk zammı % 50 oldu. Arkasında 6 ay sonra bir % 50 zam daha verdi. Memuru böyle, emeklisi, dul ve yetimi maaşlarını böyle zamlı aldı. Köylüsü, çiftçisi, üreticisi böyle yüksek taban fiyatları aldı.
Sonra 28.Şubat’ın tahribatını yaşadık ve 28.Şubatın ürünü olan partilerin birbiri arkasına hükümete geldiklerini görmekteyiz. Bütün kazanımlarımızı kaybettiğimiz gibi ekonomik, sosyal ve ahlaki sıkıntıların içerisine sokulduk, krizlerle boğuşur hale getirildik.
SAADET Mİ FELAKET Mİ
Siyasi hayatımızda belirgin çizgilerle ortaya çıkan üç dönem göze çarpmaktadır.
1950 – 1974 “Alalım dönemi, Efendim ne lazım… Dışarıdan alalım…”
İkinci dönem, Milli Görüş zihniyetinin hükümette bulunduğu dönemler;
1974 – 1979 “Yapalım dönemi, Efendim, kendimiz yapalım…” dönemleri,
Üçüncü dönem AKP’nin tek başına iktidar olduğu dönmemler;
2002 – 2018 “Satalım dönemi; Ne var ne yok, satalım, satalım efendim…” dönemi.
Bu dönemde ülkemizde bu da bizim diyebileceğimiz bir şey kalmamış bütün fabrikalarımız, Televizyonlar, Bankalar, arazi ve arsalar yabancılara satılmıştır. Türk Telekom, cep telefonları hatları, stratejik mal ve malzeme üreten tesisiler, “Ne olmuş yani alıp ta götürmüşler mi?” sloganlarıyla, “Babalar gibi satarım” beyanlarıyla satılmıştır.
Bu satışlardan elde edilen paralar nerede mi? Onu ne siz sorun ne biz cevap verelim. Bunlar “Dış borç faizleri” olarak (2009 yılında 57 milyar dolar – her hafta bir milyar dolardan fazla - faiz ödeyecekler) yine yabancılara verilmiştir. Şimdi ne elimizde kurulu bir tesisimiz kalmış, ne de onların satışından elde dilen paralar… Borcumuz mu? Bu kadar ödemeye rağmen borcumuz da bunların faizleri de azalmamış, artmıştır.
GENEL SEÇİME BASAMAK
“Önümüzde ki seçimler bir genel seçim olmayıp yerel seçimlerdir. Dolayısıyla iktidarı değiştiremeyiz” sözü doğrudur. Ancak bu seçimde iktidarın partisinin aldığı oyların, iktidarın icraatlarının onaylanması, desteklenmesi olacağının iyi bilinmelidir.
İkincisi de bu seçimler bir geçiş dönemidir. Ya ABD’ci partilerinin veya Milli görüşün partisi Saadet Partisini iktidara taşımanın provasını yapılmış olunacaktır.
“Ben iktidarın beleye reisini onaylamıyorum ama o gelmezse ana muhalefet partisinin başkanı gelir, onun icraatı daha kötüdür” diyenlere;
“Hayrın kendisi varken, iki şerden birini tercih etmeye mecbur değiliz. Hepimiz ona yönelir, evlatlarımızın ve torunlarımızın geleceğini kurtarırız” dememiz gerekir.
Şunu da unutmamak lazımdır ki bu yerel seçimlerde baraj korkusu yoktur. Hangi aday ne kadar almışsa o rey onun hanesine yazılacak ama demokrasi gereği oy çokluğunu sağlayan belediye başkan adayı Belediye Başkanı olarak seçilmiş olacaktır.
YORUMLAR