Reklam
Reklam
KÖTÜLÜKLERİ MAL İLE KALDIRIN
Nevzat LALELİ

Nevzat LALELİ

KÖTÜLÜKLERİ MAL İLE KALDIRIN

03 Şubat 2014 - 14:41

İnsanoğlu, elinde ki çok az bir imkân ve yetkiyle her şeyi kendi yaptığını zanneder. Ona kalsa, “küçük dağları da kendisi yaratmıştır.” Hâlbuki bu düşünce insanda sadece bir kuruntudur. Bir gün gelir bu yetki ve imkân elinden alınır. Bir de bakar ki, hiçbir şey yapacak gücü kalmamıştır. Hatta parmağını bile kımıldatamaz, durumuna gelmiştir.

            Hastaneleri bir ziyaret ederseniz değişik yaşlarda birçok yatalak hastayı ve hatta yoğun bakımda aylarca kalan insanları açıkça görebilirsiniz. Kabir ziyareti yaparsanız, orada bebek yaşta ölenler ile 110 yaşına kadar yaşamış olan çok değişik yaşlarda insanların mezar taşlarını görebilirsiniz. Bunlar da bir zamanlar bizim gibi sağlıklı insanlardı. Hiç ummadıkları bir anda başlarına gelen bir durumları değişti ve bu hale geldiler.

            O halde bir insan, “Benim malım, benim param, benim kasam, benim şirketim, benim adamlarım…” demeden önce biraz düşünmeli, değil mi?

            Bize çok küçük bir “irade-i cüz’iyye (iş yapabilme yeteneği)” ile bir miktar mal ve servet verilmiş ve; “Al bakalım, kulum… Sana verdiğimiz bu küçük irade ile ve bu mallarla ne yapacaksın görelim (sen kendini gör)” denmiştir.

            Sana verilen malı “helalinden (Allah gösterdiği güzel yoldan) kazandın ve helal yola (Allah’ın gösterdiği güzel yola) harcadıysan…” ne mutlu sana. İşte asıl kazancı o zaman sağladın ve Allah’ın rızası ile ebedi (sonsuz) cenneti kazandın, demektir.

            Çaldın, çarptın, haksızlıklar yaptın, hortumladın, başkasının kolunu büktün… Kazancın bu şekilde oluştu ise… Harcarken de yine nefsine uydun, haram yollardan sarf ettin ise vay başına geleceklere…

            Bir önemli ikazım da helal yollarda kazananlara… Allah’ın; “Mallarınızı şu, şu yollara harcayın” emrini dinlemedin, oralara harcamadıysan gene sana kurtuluş olmayacaktır. Çünkü malın, paranın ve servetin gerçek sahibi sen değilsin. Onların gerçek sahibi Allah’tır ve sen onları gösterilen yerlere harcamanı istemiş ama sen harcamamışsın.

            

            Köprüden parasız geçmek daha kolay…

            MUTLAK HAKİKAT DİYOR Kİ

            De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. (Tevbe suresi 24)

            Bu ayetle önümüze sanki bir terazi konuyor. Terazinin bir kefesine sevdiğimiz ve hoşlandığımız şeyler, diğer kefesine Allah (c.c), O’nun Resulü ve onlar yolunda bir cihat, konuluyor. Kaldırıyoruz teraziyi… Ne görüyoruz? Hangi kefe daha ağır basıyor?

            Dikkat edin… Allah, O’nun Resulü ve onların yolunda yapılan cihad kefesi ağır basması lazımdır, buyuruyor. Nefsinizin sevdiği şeyler ağır basıyorsa, Kur’an diliyle adımız “…fasık…” oluyor ve “fasıkların ise hidayete erdirilmeyecekleri” açıklanıyor.

            Aynı surenin 34 ve 35 ayetlerinde ise; “Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar… Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları, bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek).

            Bütün bu korkutucu azaplar, “ben iman ettim diyen ve fakat malını ve parasını Allah yoluna harcamayanlaradır. Eğer iman etmemiş insanlar için, zaten sorgu ve sual yoktur. “Haydi, buyurun cehenneme” denilecektir.

            CİHAD İÇİN HARCAMAYANLAR

            Bu gün bütün insanlığın ve bilhassa Müslümanların içinde boğulduğu sıkıntılar ile Kur’anın bir yarısını olan cihad da Müslümanları ilgilendiren bir konudur. Hiçbir Müslüman, Suriye’de ki, Irak’ta ki, Mısır’da ki, Afganistan’da ki, Filistin’de ki, Libya’da ki, Afrika’nın ortasında ve en güneyin de ki, Doğu Türkistan’da ki, Miaymar’da ki, Keşmir’de ki, Bengaldeş’de ki, Hocalı’da ki… Yapılan katliamlar ve zulümler beni ilgilendirmez diyemez. Oralara giden yardımlara ben de para verdim, diyemez. Mesele sadece yardım göndermek değildir. Orada ki insanların da hürriyetlerini, onların da dünya ve ahiret saadetleri sağlamak için yapılan çalışmalara yani cihad’a katılmak lazımdır.

Hem de, buyurun saf suresi 10 ve 11. Ayetleri; “Ey iman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? Allah’a ve O’nun Resulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda mücadele edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.”

Bu ayet de hitap, iman edenleredir. Ayetten anlaşılan o dur ki sadece “iman etmiş olmak” bizi acı bir azaptan kurtarmayacaktır. Bu azaptan kurtulabilmek için mutlaka gösterilen ticaretin de yapılması lazımdır.

Ticaret şöyle açıklanmaktadır. İlk hitap, iman edenlere yapıldığı halde tekrar “Allah ve Resulüne iman etmek” demek, imanın taklidi (şuursuz) bir iman olmaması ve tahkiki (neyi niçin yaptığını bilen) iman edilmesi lüzumu üzerinde durulmaktadır.

Ayet, ticaretin açıklanmasına devam ediyor. “mallarınızla ve canlarınızla…”

Bu da gösteriyor ki “cihad için para harcamak” farzdır. Bu şekilde bir harcama yapılırsa ancak o zaman Müslüman mes’uliyetten (sorumluluktan) kurtulacaktır.

“Canlarınızla…” hükmü, dört şeyi ifade etmektedir. Bunların, Allah yolunda verilmesine amirdir. Bunlar; “Nefes, gençlik, ilim ve sıhhat”tirler. Bu saydıklarım insana verilen emanetlerdir. Mal ile birlikte bize verilen beş emaneti ihtiva etmektedirler.

Bir hadis-i Şerifte Peygamberimiz (s.a.s) “Bir mümin kabre varınca, O’na önce emanetlerden sorulur. Emanetlerden hesap vermedikçe bir karış ileriye geçirilmez” buyurmaktadır.

 

 

Bu yazı 3922 defa okunmuştur .

Son Yazılar