İSYAN DEĞİL İTAATTAYIZ
Nevzat LALELİ

Nevzat LALELİ

İSYAN DEĞİL İTAATTAYIZ

07 Nisan 2014 - 14:13

İnsanlar ve özellikle gençliğimiz iki hal üzerinde bulunurlar. Bunlar itaat ve isyan halleridir. İtaat, milli değerlerimiz içinde kendisine üst kabul ettiği bir insanın verdiği görevleri bedeli bedel ödemek, zaman sarf etmek, yorgun düşmek, esir olmak veya ölmek de olsa onu yerine getirmeye çalışmaktır.

İnançlarımız bu hal üzere ölen bir insanlara şehit, hayatta kalan insanlara da gazi unvanını vermektedir.

“Sivil hayatımızda askerlikte olduğu gibi bir başımız mı olacak? Biz ona mı itaat edeceğiz?” diye soru aklınızdan geçebilir. Evet, bundan daha tabii ne olabilir?

Ceddimiz, Osmanlılar böyle bir yapıya sahiptiler. Selçuklular da böyleydi. Bütün insanlığın kıyamete kendisine kadar örnek alacağı Asr-ı saadet de böyleydi.

Sivil hayatta askerlikte ki gibi bir yapıya sahip olduğumuz zamanlar, sosyal bünyemiz düşmanlarımıza karşı caydırıcıydı ve düşmana her zaman korku salardık. Düşman hiçbir zaman bizi gafil ve dağınık olarak yakalayamazdı.

Bize niçin, “Siz asker milletsiniz” denmektedir? Bu sözü askerlikte subaylar çok çok kullanırlar. Ne demektir, asker millet?” Hiç düşündük mü?

Mehmet Akif Ersoy ise bir şiirinde, “Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” demektedir. Ne demektir yüreklerin toplu vurması?

Bu ifadeler, milletimizin sivil hayatında bile askerlikteki yapısını (komutana bağlı olmayı ve ona itaat etmeyi) aynen muhafaza ettiğini göstermektedir.

Ama şimdi tarif etmeye çalıştığım o yapı maalesef sivil hayatta sağlanamamakta, her kafadan bir ses çıkmaktadır. Atalarımızın dediği gibi artık, “Horozu çok olan yerde sabah tez olmaktadır.

Ve bizler ise bu gün “asker millet olma yapımızı değiştirerek, askere giden millet yapısına dönüşmüş bulunmaktayız” Hâlbuki her milletin çocuğu askere gidebilir. Ama millet “asker millet” olamaz.

ALAH VE RESULÜ BUYURUYOR

Allah-ı Zül celal hazretleri Kur’an-ı Keriminde, “Ey iman edenler. Allaha, Resulüne ve sizden olan ulul’emr sahiplerine (başkanlara) itaat edin. Nisa 59” buyurmaktadır.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) de bir hadis-i Şeriflerinde; “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim emirine itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim emirine (başkanına) isyan ederse bana isyan etmiş olur. Emirler sizin için birer kalkandır. Onunla düşmana hücum edilir onunla düşmandan korunulur” buyurmaktadır.

İsyan, ise önce davet edildiği toplantılarda zamanında hazır bulunmamakla başlar. Sonra verilen görevlere bahaneler uydurarak yapmamakla devam eder. İsyanın son pozisyonu, dün itaat edeceğim diye söz verdiği amirine, (başkanına) bu gün etrafına topladığı bir takım kimselerle karşı organizasyonlar kurmak ve ona karşı mücadeleye girişmektir.

Bir üçüncü tarif de tarafsız olma iddiasıdır.

Ancak tarafsız olmak ise bir başka isyan hareketidir. Çünkü tarafsızların boşalttığı yerleri, isyankârlar dolduracaktır. Her ikisi de sosyal bünyeyi zayıflatmak anlamına gelir.

SAVAŞAN İKİ ORDU

Bir kayanın tepesinde, savaşmak ta olan iki orduyu seyrederek;

“Ya rabbi bu ordudan hangisi hakka bağlıysa onu galip getir “ diye dua edemeyiz. Biz mükellef insanlarız ve hakkı tutan orduyu bulmaya mecburuz.

İkinci şık; hakka tabi olan ordu tespit edildikten sonra;

“Ya Rabbi Hakka bağlı şu orduyu galip kıl” diye de dua edemeyiz.

Bizler de Hakkın uğruna çalışanların yanında yer almaya mecburuz. Hem öyle bir katılışla katılmalıyız ki koşarken birkaç kere yüzün koyu düşmeli ama tekrar kalkarak mücadeleye bir an önce iştirak etmeliyiz. Çünkü bizler de mükellef insanlarız.

Önce itaatkâr iyi bir teşkilat mensubu olmak gerekir. Ancak o zaman mes’uliyetten (sorumluluktan) kendimizi kurtarabiliriz.

Şems-i Tebrizi ile Mevlana hazretleri dergâhta zikrederken bazı köylüler gelirler ve “zikrinizi çok beğendik” derler ve arkasından da “Bize birkaç şeyh gönderseniz de onlar bize bu zikri öğretsinler.”

Mevlana hazretleri çıraklardan birkaç kişiyi görevlendirir ve Şems’e dönerek der ki;

“İyi ki adam bizden şeyh istedi. Eğer mürit isteseydi bu işe ya sen gidecektin ya da ben” deyiverir.

Milli Gençlik, önce iyi bir teşkilat elemanı olmayı istemek demektir. Bu niyet başkanından kapıcına kadar herkeste bulunmalı, her kes önce “ben bu teşkilatın bir hizmetkârıyım” demelidir. Yoksa her kes başkan olmaya heveslenirse ortada teşkilat mensubu olabilecek kimse bulunmaz.

Zaten iyi bir teşkilat mensubu, iyi bir başkan olmaya da namzettir.

Bu yazı 2808 defa okunmuştur .

Son Yazılar