Allah (c.c) bütün kâinatı, bu arada “Ahsen-i takvim – en güzel bir şekilde” insanı da yaratmış ve insana diğer canlılara vermediği nimetlerle donatmış. Bütün canlıları insanın emrine vermekle de kalmamış, ona akıl gibi bir nimet de vermiş. Böylece insan, iyiyi-kötüden, güzeli-çirkinden, adaleti-zulümden, doğruyu-yanlıştan, faydalıyı-zararlıdan tefrik edebilme (ayırt etme) kabiliyetini bahşetmiş. İnsan bu kabiliyeti ile iyiye, doğruya, güzele, adalete gitmesi beklenmesi tabii iken o tarih boyunca nefsine ve şeytana uyarak yanlış yollara gitmiş. Peygamberleri yalanlamış ve helake düşmüş. Ad, Semut, Lut kavimleri gibi…
Yaratıcımız, insana bütün bu nimetleri bahşederek, onun Allah (c.c) ve diğer inanılması gereken hususlara inanmasını ve kendisine kul olmasını istemiş.
Nitekim Peygamberimiz, önderimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) Mekke’de başladığı İslam’ı tebliğ ve davet çalışmalarıyla insanları iyiliklere çekerek onların yanlıştan, kötüden, batıldan ayırarak hakka dönmelerini sağlamamak için çalışmış.
Peygamberimize ışık tutan, insanların İslam’a yönelmeleri sağlamak üzere inen ayetlere Mekki ayetler, diğer bir ifade ile iman ayetleri denmektedir. Bu ayetler, Allah’ın varlığını ve birliğini, Allah’tan başka ilah olmadığını, melekleri, kitapları, Resuller, ahiret gününün geleceğini, hayır ve şerrin ancak Allahtan geldiğini, cennet ve cehennemin varlığını bildiren ayetler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Darül Erkam (Erkam hazretlerinin evinde) toplanan Müslümanlar bu ve benzeri ayetlerini okurlar, imanlarını ve azimlerini kuvvetlendirir, Müşriklerin Müslümanlara yaptığı eziyet ve işkencelere katlanılması gerektiğini, bunun için sabır edilmesi gerektiğini öğrenirler ve gördükleri eziyetlere katlanırlardı.
Zamanımızda pek ele alınmayan ama insan nefsiyle alakadar olan bir önemli mesele de Müslümanların ve özellikle gençlerin Mekke içinde gezerken karşılaştıkları içki içmek (o devir içki haram değildi), kumar oynamak, zina yapmak, kadınlara ve kızlara gönüllerinin kayması gibi hususlarda onların yine sabır silahına sarılmaları ve kendilerini bu ve benzeri kötülüklerden alıkoymaları için sabır etmeleri istenmişti.
Müslümanların bütün bu hususlarda elinde iki dayanakları bulunmaktaydı. Biri iman, diğeri de imanın bir şubesi olan sabır…
Bu dönemde Müslümanlar, Mekke’li müşriklere karşı ya tel tek muhatap oluyor veya basit bir toplum kuruluşu olana cemaat olarak muhatap oluyorlardı.
Hicret, imanla nizamın birleştiği dünya ve ahiret saadetine giden harekettir…
HİCRET VE MEDİNE DÖNEMİ
Bisetin 12 ve 13. Yılında Medine’den gelen ve önce iman ederek Müslüman olan Medineliler, Peygamberimizin isteği üzerine Mekke’den uzaklarda Akabe kayalıklarında Peygamberimize biat ederek yeni bir oluşuma gidiyorlardı. Bu oluşumla Müslümanlar organize bir güç haline geldiğini (tek kalp tek yumruk olduğu) ve yapının adına Ümmet dendiğini biliyoruz. Muhammed ümmeti… Muhammedin emirlerine uyan Müslümanlar.
Peygamberimizin de Hicret etmesiyle Medine’deki Müslümanlar İslam devlet yapısına kavuşuyor, o döneme ve çalışmalara ışık tutan ayetlere de Medeni ayetleri (Ahkâm ayetleri) deniyordu.
Peygamberimizin imametinde (başkanlığında) inananların oluşturduğu bu organize topluluk, önce kendi toplanacakları binayı “Mescid-i Nebeviyi” inşa ediyorlar, bir taraftan ordu hazırlanıyor, diğer taraftan bazı Krallara elçiler ve mektuplar göndererek onları İslam’a davet ediyorlardı. Mescid-i Nebevi beş vakit kılınan yer olması yanında bir Parlamento binası gibi de çalışıyor, Medine’de ki Yahudilerle anlaşmalar yapılıyor, dış ülkelerden gelen elçiler o binada kabul ediliyor. Beytülmal (hazine) oluşturuluyor, bir devlet için gerekli her iş ve işlem yerine getiriliyordu. Bu döneme, İslam’ın inkişafı dönemi denmektedir.
Böylece Allahın, İnsandan iman, toplumdan nizam (Adil düzen) istediği ve Peygamberimiz ve Müslümanların da bu isteğe, “Leybeyk Allahümme lebbeyk…” dediği Asr-ı saadet dönemini görmekteyiz.
İslam sadece iman telkin etmekle bitmiyor, aynı zamanda imansızların kendi çıkarlarını öne çıkarıcı sömürücü ve ahlaksız düzenleri yerine “Adil düzenin” kurulması ve çalıştırılması olduğu anlaşılmaktadır. Bunu Peygamberimiz başarmıştır ve Adil düzeni kurarak insanların dünya ve ahret saadetlerini erişmelerini sağlamıştır.
100 binden fazla Sahabeye yapılan son “Veda hutbesinde” bunu açıkça görmekteyiz.
ZAMANIMIZDA YAPILAN TELKİNLER
100 – 150 seneden beri İslam’ı anlatan âlimlerimiz, Hocalarımız, Vaizlerimiz, Akademisyenlerimiz, Sivil toplum kuruluşları, Fikir adamlarımız İslam’ın sadece iman kısmını ele almakta ve işlemektedirler. Ancak onun bütün insanlığa dünya ve ahiret mutluluğu sağlayacak Adil bir nizamının kurulması gerektiğini söylememektedirler.
Bütün tarikatlar iman ve insanın nefis terbiyesi üzerinde durmakta, Adil düzeni anlatmaktan ve onun kurulmasına destek olunması gerektiğini söylemekten kaçınmaktadırlar. Risale-i Nurlar baştan sona insan ve iman üzerine durmaktadır.
Şurası unutulmamalıdır ki; İslam’ın yarısı İslam değil (İslam’ın eksik anlatımı), İslam’ın tamamı İslam’dır. “Allah, insandan iman, toplumdan nizam” istemektedir.
YORUMLAR