Milletler ve toplumlar, içeriden ve dışarıdan gelebilecek her türlü tehdit için güçlü olmak isterler. Yöneticiler, aldıkları kararlarla güçlü toplum olmayı sağlarlarken, toplumun gücünü zayıflatacak bütün davranışları da yasaklarlar. Çünkü toplum içinde dili, dini, rengi, mezhebi, ırkı, örf ve adetleri farklı olan insanlar vardır ve var olacaktır.
Hele Osmanlı İmparatorluğu gibi 4 kıtada her cins ve çeşitten insanları bir arada barındırmak, onların birbirlerinin haklarına saygılı olmalarını sağlamak ve dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı top yekûn seferber olabilmek ve birlikte mücadele vermek, Osmanlı toplumunun güçlü olmasına bağlıydı ve bu özellik her zaman tespit edilmiştir.
Çanakkale savaşlarına katılan ve orada şehit olan Mehmetçiğin mezar taşlarına bakarsanız bunu açıkça görürsünüz. Kimi Türk, kimi Arap, kimi Acem, kimi zenci 250 bin şehit. Kimi Anadolu’dan, kimi Hicaz’dan, kimi Afrika’dan ve kimi orta ve uzak doğudan…
Özellikle 20. Asrın başından itibaren gittikle kuvvetlenen bir akım var. Özellikle de Müslüman ülkelere musallat edilen bu siyasi akımın adı “Domokrasi”dir.
Mesela 2013 yılında Mısır’da Mursi adında “Müslüman kardeşler cemiyetinin” kurduğu bir siyasi parti kanalı ile bir Devlet Başkanı seçiliyor. Mısır’ın demokrasiye dönebilmesi için bizim devlet adamlarımız bile Mısır’a giderek onlara “Demokrasiye dönün, demokrasi şöyle iyi, böyle iyi…” diye telkini yapıyorlar. Sonra aynı Mısır da Genel Kurmay Başkanı Sisi, yaptığı bir ihtilalla Mursi’yi deviriyor, onu ve arkadaşlarını hapse atıyor. Bunlar şimdi idamla yargılanıyorlar. Ama ne Batılıların, ne doğuluların ne de bizim idarecilerimizin aklına “demokrasi” demek gelmiyor. Ne oldu sizin, cici demokrasiniz?
TOPLUMUN GÜCÜ NASIL KIRILIR
Devlet yöneticileri şunu iyi bilmelidirler ki “siyaset arenasında demokrasi bulunan bütün toplumlar, daha baştan zayıf toplum olmayı kabul etmişler, demektir.” Çünkü demokrasi, “Ben’i, benliği öne çıkartan bir rejimdir. “Ben, ben, ben…” Her insan kendini beğenir. Tabii kendi fikirlerini de… Ve çoğu zaman bu gibi adamlar kendi fikirlerinin esiri de olurlar. Ona göre işlerin tek çözümü vardır. O da bu adamın dediği gibi hareket etmektir.
Eğer bu adamın biraz parası varsa, sözü dinleniyorsa, yanında biraz taraftarı bulunuyorsa, bir makam sahibi ise, alın size toplumu parçalayacak bir terminatör gurubu…
Bir partinin, bir derneğin, bir vakfın veya bir ülkenin seçimlerinde bunlar, kendilerine taraftar kazanarak kendi fikirlerinin mutlaka hâkim konuma gelmesini isteyeceklerdir.
Demokrasilerde yapılacak iş şudur. Propaganda için büyük bir para ayrılır. Gazeteler, Televizyonlar devreye sokulur. Taraftarlar seferber edilir, bir canlı seçim çalışmasına başlanır. Bunun için kulis çalışmaları başlar. Karşı tarafı zayıflatma kampanyaları yürütülür. Bazen rakip için onu karalayıcı yalan beyanlar, uydurma olaylar icat edilir.
“Yalan ve iftira Adil düzen de kesinlikle yasaktır.”
Kulis esnasında taraftar kazanmak için bazen yalan, bazen rüşvet devreye girer. Buna rağmen karşı taraf diretiyorsa bu sefer tehditler ortaya atılır.
Yine belirteyim ki, “yalan, rüşvet ve tehdit… Adil düzen de yasaklanmışlardır.”
Sonra Genel kurul salonunda hakkı yok eden bu hareketlerin adamları bir araya gelirler. “Tenkit, benim hakkımdır…” diye söze başlayan rakip taraftar, eline mikrofonu alır ve başlar karşı tarafı açıkça tenkit ve itham etmeye…”
Her iki tarafında taraftarı vardır. Bu açık tenkit ve tehditler taraftarları elektriklendirir, öfkeleri artırır. Başlarlar bir birlerine hakaretler ve küfürler savurmaya… Sonra sandalyeler havada uçuşur, kafalar gözler parçalanır.
Aynı fikrin ve idealin adamları daha Genel kurullarında birbirlerine düşmanca davranarak, birlik ve beraberliklerini koruyamayınca, bunlar, ülkenin ve milletin birlik ve beraberliklerini saylayamayacaklarının ipuçlarını vermiş olurlar.
Bir atasözümüzün dendiği gibi, “Horozu çok olan yerde sabah tez olur.”
Adil düzende de tenkit vardır ama bunun üç şekilde yapılması esastır.
Eğer kalabalık içinde bir insan tenkit edilmek isteniyorsa, tenkit edilen insan kesinlikle rencide edilmemelidir. Bunun için de tenkit edilecek şahsın ismi belirtilmeden, “İçimizde şu şekilde yanlış hareketler yapılmaktadır. Bu uygun değildir” denilir. Böylece topluma bir ölçü verilmiş olunur.
Hatayı yapan insanın kendisi tenkit edilecekse, kendisinden başka kimsenin olmadığı bir ortamda “Kardeşim, bak şu yaptığın hatalıdır. Bunu bir daha yapma” denilir.
Bir üçüncü tenkit şekli ise hatayı yapan insanı, kim düzeltebilirse o insana durumu bildirmektir. Bu insan memursa, amirine, öğrenciyse hocasına, işçi ise patronuna söylenebilir.
Görüleceği gibi Adil düzen de ki tenkit yıkıcı bir tenkit olmayıp yapıcı bir tenkittir. Tenkit edilen şahsın nefsi galeyana getirilmez (tepki göstermez). Netice de bir yanlışı yapan insan düzeltilmiş olunur.
BİRLİK VE BERABERLİK ADİL DÜZENDE
Kapitalist sitemin demokrasisinde toplum her sahada birbiri ile boğuşmaktadır. Bazen bu dağınıklığı gideren bir diktatör işin başına gelir. Devletin bütün güçlerini elinde toplar ve kendi koyduğu ölçülere ters davrananlara cezalar verir, onları hizaya sokar. Ama bu o durum diktatörün ölümü halinde son bulur. Bu sefer de diktatörün hemen altında ki insanlar iktidar olabilmek için birbirleriyle kapışırlar. Bekle ki önce bu adamlara, sonra da millete birlik ve beraberlik gelsin.
Komünizm sisteminin hâkim olduğu yerlerde ise zaten devlet bir diktatördür. Her hareket devletin iznine bağlıdır. Hatta devlet o kadar müdahaleci olmuştur ki hangi insanın hangi insanla evlenmesi lazım geldiğine bile karışır.
YORUMLAR