AB (AET) ne girmek için ilk anlaşmayı Başbakan İsmet İnönü, 12 Eylül 1963 de imzaladı. Yaklaşık elli yıldır AB’ne girmek için çırpınıp duruyoruz. Onlar da bizi almamak için çok çeşitli bahaneler uydurup durmaktadır. Çünkü onlar Hıristiyan Birliği olarak kurulmuş ve genişlemelerini de Hıristiyan ülkeleri ile yapmak istemektedirler. Yunanistan’ı, Güney Rum Kıbrıs devletini hemen alıp ortak yapmakta bizi ise oyalamaktadırlar.
AB anayasasının kabulü, AB insan hakları mahkemesine üye olunması, gümrük birliğine girilmesi gibi mükellefiyetler Hıristiyan ülkelerine AB’ne girdikten sonra uygulanmış, ama ne yazık ki bizimkiler henüz AB girmedikleri halde kendi elleriyle kendilerini ateşin içine atarak yukarıdaki hususları ülkemizde tek taraflı olarak uygulamaya başlamışlardır.
AB’ye girmeden Başbakan Çiller tarafından imzalanan “Gümrük Birliği” anlaşmasına göre biz tek taraflı olarak AB gelecek mallara kapılarımızı açmışız, onların mallarını gümrük ödemeden ülkemize sokmuş ama biz Avrupa ülkelerine mal gönderirken gümrük vergisi ödediğimiz için malımızın fiyatı yükselmiş ve rekabet gücümüz kaybolmuştur. Bu arada AB ile anlaşma yapan kalitesiz Çin malları da elini kolunu sallaya sallaya ülkemize girmiş ve bizim sanayimizi, KOBİ Küçük ve Orta Boy işletmelerimizi yok etmiş, imalatımızı ve üretimimizi öldürmüştür.
Başbakanı R. Tayyip Erdoğan ve Cumhur Başkanı Abdullah Gül’ün Müslüman Türk düşmanı bir papazın heykeli önünde 17.Aralık.2004 da AB Anayasasını kabul eden anlaşmayı imzalamalarıyla da hükümranlık haklarımızın bir kısmı AB’ne devredilmiştir.
Onun için Güney Kıbrıs’ta yaşayan bir Rum kadını AB insan hakları mahkemesine müracaat ederek; “Benim Kuzey Kıbrıs’ta bulunan evimi Türkler zorla zapt ettiler (1974 Kıbrıs Barış Harekâtımız ile…)” diyerek açtığı tazminat davasını kazanmış ve milyonlarca AURO’yu, eski Dış işleri Bakanımız Abdullah Gül; “Emsal olmasın (!) ama… Bunu ödeyelim” diyerek, ödemiş, Kuzeyde gayrimenkulü bulunan bütün Güneyde ki Rumlara tazminat davası açmanın kapışlarını açmıştır. Hiç şüpheniz olmasın ki açılan ve açılacak bu davalar, hep Rumlar lehine sonuçlanacaktır.
HÜKÜMETİN KAFA YAPISI
Bir vesile Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ziyaret gitmiş, konuşmalar arasında Bülent Bey; “İstanbul fener Rum Patrikhanesi bizi Ruhban okulunu açmadık diye AB insan hakları mahkemesine şikâyet etmiş. Bu dava da aleyhimize sonuçlanmış ve (zannederim) 60 milyar AURO tazminata mahkûm edilmişiz. Biz de bu parayı vereceğimize, Ruhban okulu gibi eski bir binayı onlara vererek tazminattan kurtulduk” demiştir.
Şimdi Fener Rum Patrikhanesi eski nostaljik binasında yeniden papaz yetiştirmeye çalışacak ve bu papazlar yine eskiden yaptıkları gibi bizi arkamızdan hançerleyeceklerdir.
Bu eski dostlarımız, “Bana ne Avrupa’dan…” diyerek bütün işlerini Milli menfaatlerimize göre yapacaklarına, bir de “üzerine tüy dikerek…” elli senedir hiçbir hükümetin yapmadığı bir icraata imza attılar ve “Avrupa Birliği Bakanlığı” kurdular. En maneviyatlı bir insan olarak görülen Bülent Arınç bile her işinde AB’ni hesaba katıyor, işlerini ona göre tanzim ediyorsa, “Biz ölmüşüz de ağlayanımız yok” demek durumundayız.
AB’DE Kİ FİİLİ ORTAKLIK
1.5 milyar nüfusa sahip AB ülkeleri, onun yüzde 20’lik oranına sahip 70 milyonluk Türkiye ile AB’de tek devlet olacaktır. Nüfus yoğunluğu açısından metre kareye düşen insan Avrupa’da çok yoğunken Türkiye’de daha azdır. Bu yoğunluk elbette ki yoğunluğu az olan yerlere kayacak. AURO’nun Türk lirası karşısında değeri neredeyse 3katıdır.
AB ülkeleri arasında sınırlar kaldırılacak ve vizeler de olmayacak. O zaman isteyen Avrupalı ülkemizde istediği yere gelecek, istediği yere yerleşecek ve istediği işi yapacak…
İşsizlik konusu şu anda Avrupa için de bir sorundur. Almanya gibi sanayileşmiş bir ülkede bile, yüzde 12 civarında işsizlik vardır. Orası işsizlik çekerken bizim işsizlerimiz nasıl olacak da orada iş bulabilecek? Bu da ayrı bir konudur. Bugün bizim Avrupa da çalışan işçilerimiz en pespaye işleri yapmaya veya ülkeyi terk etmeye zorlanmaktadırlar.
AB, bu birliğe giren ülkelerle tek devlet olmak demektir. 751 kişilik Avrupa Parlamentosunda Türkiye’nin 30 milletvekili ile temsil edilmesi, alınan kararlar oy çokluğuna göre yapılacak olması da bütün kararların, onların istediği yönde olmasını sağlayacaktır. Yani AB Parlamentosundan çıkan kararlar “Hak merkezli değil, kuvvet merkezli” kararlar olacaktır. “Ben çoğunluğum, ben güçlüyüm, ben beyazım, ben asaletliyim veya benim çıkarım önemlidir denilerek, o halde ben ne dersem o olacak. Sen de buna uyacaksın” mantığında olacaktır.
BAZI ÖNEMLİ GERÇEKLER
Biz Müslüman insanlarız. Ölüme ve ölüm sonrası tekrar dirileceğimize, mahşer (hesap gününe), cennete ve cehenneme inanırız. Avrupa, Allah’a şirk koşarak “teslis (üç ilah) inancı”nı uydurmuştur. Mutlak doğruların bulunduğuna ve buna “Hak” dendiğini de bilmez. Ölümden sonra tekrar dirileceğine inanmaz. Mahşere inanmaz. Mahşerde tek söz ve güç sahibinin Allah olduğuna inanmaz.
İnançlar, insanların hayatına tesir eder. İnsan ya Allah’tan korkar, haksızlık yapamaz veya Allah’ın dünya işlerine karışmadığı var sayılarak, dünya düzeninin insanoğlu tarafından düzenleneceğini zanneder. “Gücüm var. Vurur kırarım” diye hareket eder.
Avrupalının ahlak anlayışı olmadığından, onlarda oturmuş bir aile hayatı da bulunmaz. “Ben bir kadınla yetinmediğime göre eşim de bir erkekle yetinmeyebilir” diye düşünür. Eşinin ve kızının hovardalıklarına göz yummaktadır.
Bu gün Fransa da “eşcinsellerin nikâhlarının belediyelerce kıyılması” nın yasası çıkmak üzeredir. Avrupa’da ve özellikle Fransa da babasız doğan çocukların sayısı, nikâhla doğan çocukların sayısına erişmiştir. Adamların ne dünyası dünya, ne de ahreti ahirettir.