Uzun süredir duymadığım bir sözü, bu Pazar yapmakta olduğumuz cami derneği genel kurulunda tekrar işittim. Bu sözü kullanan arkadaşımız, genel kurula geç gelenlere Başkan, “Niçin zamanında gelmiyorsunuz?” ithamını yöneltilince, güya onlara sahip çıkıyor ve “Erbakan’ın sünnetini işliyor” diyordu.
Ben üyelerinin hepsinin de duyacakları şekilde bu olayın nasıl meydana geldiğini orada açıkladım. Ama ülkemizin çeşitli yerlerinde bu sözü kullanan arkadaşlarımız olabilir, düşüncesiyle, “bu geç kalma olayını” bir kere de siz okuyucularıma aktarmak istedim.
Bilindiği gibi “Sünnet” sözü genellikle Peygamberimizi yaptığı işler ile yapmaktan kaçındığı işlere verilen isimdir. Bir Müslüman Peygamberimizin yaptığı işleri yapamaya, yapmadığı, kaçındığı işlerden kaçınmaya azami dikkat eder. Çünkü biliriz ki O’nun yaptığını yapmak, yapmadığını yapmamak “dinin yaşanması” demektir. Zira din sadece imandan ibaret değildir. Hayatımızın her safhasında ve her yerde karşılaştığımız olayları, üsvet-ül hasene (iyi örnek) Peygamberimizin yaşadığı gibi yaşamaktır.
Bir hadis-i Şerif de; “Allah, imansız amel (işler) ile amelsiz imanı kabul etmez” buyuran Peygamberimiz, dinin bir hayat nizamı olduğunu ve kurallarının hayatın her safhasında yaşanması gerektiğini vurgulamıştır.
Bir ayeti kerime de ise; “O, size neyi vermişse alın, sizi neden nehy etmişse (yasaklamışsa) onu da bırakın” buyurarak, Peygamberimizi her işimizde örnek almamız emredilmektedir.
Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, bir insanın zaman zaman yaptığı işler de o insanın sünneti olarak isimlendirilmektedir. Mesela bir insan, meyveyi yemekten önce yiyor veya çay ve kahveyi yemekten bir saat kadar sonra içiyorsa bu hareket onun sünneti olmakta, isteyen ve beğenen bu işleri yapmaktadır. Anlatırken de “ben bu hareketi falanca şahısta gördüm, bu hareket onun sünnetiydi” demektedir.
Rahmetlik Erbakan Hocamız da toplantılara hep geç gelmesi ile tanınan bir şahıstı. Dolayısı ile bir insanın toplantıya geç gelmesi, sanki Erbakan’ın yaptığını yapması gibi değerlendirilmekte ve “Erbakan’ın sünneti” denmektedir. Pek tabiidir ki Erbakan’ın sünneti sadece toplantıya geç kalmak değildi. Batılların (yanlışların) hepsinin karşında ve Hak’kın emrinde olmak da bir yerde onun sünnetidir. Eğer onun diğer sünnetlerine de dikkat edilseydi hiç “Sakalı Hüsnü’ler, Kasketli Ahmet’ler, Ampul Hasan’lar” olur muydu hiç?
ERBAKAN’IN GEÇ GELMESİ
İtiraf etmek gerekirse, Erbakan Hocamız toplantılara bazen yarım saat, bazen bir saat geç gelirdi. Bunu bilen teşkilat mensupları bu konuyu kendi aralarında görüştükleri gibi cesareti olanlar, Hocamız’a da açarak kendisinden bilgi isterlerdi.
Sene 1975… MSP – CHP Koalisyon Hükümeti iş başında. Hocamız Başbakan yardımcısı ve Bakanlıklar arası Ekonomik Kurul Başkanlığını yürütmekteydi. Kıbrıs Barış Harekâtı tamamlanmış. Bir savaş münasebetiyle milli birliğimiz sağlanmış. Bu birlik ve beraberliğin sağladığı maddi ve manevi rahmetle ülkemizde “Ağır sanayi hamlesi” başlatılmış, “Her ile bir fabrika…” sloganıyla 200 Ağır Sanayi kuruluşu (Fabrika yapan fabrikalar) çalışmaları hızla yürütülmekteydi.
Ben de bir Manine Mühendisi olarak bir taraftan Sanayi Bakanlığı Bakan Danışmanlığı yapıyor, diğer taraftan da Sanayi Bakanlığı bünyesinde kurulan “Ağır Sanayi Yüksek İhtisasa Okulu” Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütmekte ve kurulması gerçekleşen Sanayi yatırımlarına kalifiye eleman yetiştirmenin gayreti içindeydim.
Hocamız, Ağır Sanayi hamlesini, Bakanlık Müsteşar ve Müsteşar yardımcılarını, bazı yatırımcı Bakanlıkların Genel Müdürleri ile Çimento, Azot, Şeker, Makine Kimya Kurumu gibi KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) Genel Müdürlerini, Ulus’da ki eski TBMM binasının karşısında bulunan Devlet Misafirhanesi salonlarında haftada bir toplayarak, sıkı bir şekilde “Ağır Sanayi yatırımlarının kuruluş safhalarını” takip ediyordu.
Yine böyle bir toplantıyı başlattıktan sonra programı gereği bu toplantıyı yürütmeyi bir başka yetkiliye bırakmış, kendisi bir sonra ki programa yetişmek üzere alelacele salonu terk etmeye yönelmişti.
O esnada Devlet misafirhanesi kapısında 8 -10 kişilik bir teşkilat heyeti göründü. Hocamız gelen heyetin ellerini birer birer sıktı ve küçük bir hal hatır sorma faslı başladı. O esnada heyet içinden bir kişi Hocamıza dönerek;
“Hocam… Size bir şey sorabilir miyim” dedi. Hocam da kibarca,
“Tabii… Buyurun” dedi. O zat;
“Hocam…” dedi. “Siz, niçin programlarınıza geç kalıyorsunuz?”
Bu soru karşısında bir dakika kadar bir sukut oldu. Soruyu, Hocamız şöyle cevapladı.
“Bu sorunuzun cevabı, aslında bu hareketinizin içindedir. Ben bir başka programa yetişmek için buradan ayrılırken, siz karşıma geliyorsunuz. Sizleri çiğneyip geçmem mümkün olmadığından size bir miktar zaman ayırmaya mecbur oluyorum. Hiç şüpheniz olmasın ki biraz sonra başka heyet de yolumu kesecek ve benden zaman alacaklardır. İşte bu sebepten dolayı programıma zamanında yetişemiyorum” demişti.
Toplantılara dikkat edin. Toplantıya katılmaları istenenlerin hepsi aynı anda katılmazlar. Bir kısmı önce gelir, bir kısmı daha sonra… Hâlbuki o toplantıda bulunanlar toplantıda kendilerine verilecek mesajları iyi öğrenmesi ve yapması gerekir. Liderin bir miktar gecikmesi, toplantıdakilerin bilgi bütünlüğüne sahip olmasını sağlamaktadır.
Bir önemli husus da, toplantıya katılanların liderini beklemeleri onların ecir ve sevap kazanmalarını sağlarken, liderin toplantıya gelecekleri beklemesi ise onların o derece vebal altında kalmalarına sebep olmaktadır.
YORUMLAR