Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) in “Üsvetün hasene (örnek insan)” olarak yaratıcısı, terbiye edicisi ve eğiteni kısaca bizzat Canab-ı Hak tâalâ hazretleridir. İnsanlar arasında en mükemmel yaratılmış olması, hiçbir hata ve yapmamasının sağlanmış olması ve kıyamete kadar bütün insanlığa örnek olarak gönderilmiş olması önemlidir.
İslam’ın ortaya koyduğu ölçüler, şu kâinatın (güneş sistemi ve diğer sistemlerin) arasında konulan o hassas ölçüler gibidir ve kesinlikle değişikliğe uğramazlar. En küçük bir değişiklik sistemi bozar ve bütün seyyarelerin (sisteme bağlı kürelerin) birbirlerine çarpması ve kâinatın yok olması gibi insan ve toplum hayatı da yok olur.
Nitekim Allah’ın ölçüleri dışında “İnsanlığa biz mutluluk getiririz” diyenlerin sistemleri yıllarca denendikten sonra insanlığa getirdikleri buhran, kargaşa, terör, kan ve gözyaşı olmuştur. İşte bütün insanlığı sömüren küresel kapitalizm ve işte ona bir reaksiyon olarak doğan komünizm, sosyalizm ve diğerleri…
Bugün hiç kimse, “İslam; günümüzde yaşanması mümkün değildir” dememelidir. Bu söz ve hareketiyle bu insan, kendini de kendine uyanları da dünya ve ahiretin ateşi içine atıyor demektir.
Ayrıca, bildiğiniz gibi asırlar değiştikçe insanın huy, ahlak ve karakteri değişmemekte değişenler sadece alet vasıtalar olmaktadır.
Onun için insan Peygamberimiz döneminde nasıl biriyse bu gün de aynı yapıya sahip olmakta yarın da, belki 1000 sene sonra da aynı yapıya sahip olacaktır. İnsanın yemesi, içmesi, duygu ve istekleri, sevgi, aşk ve kinleri… Hep aynı kalmaktadır. İşte İslam, insanların birbirlerine karşı durumlarını Hak ölçüleri içerisinde tanzim etmekte haksızlıkların önüne geçilmiş bulunmaktadır.
İşte İnsanlığın yegâne örneği Hazreti Muhammed (s.a.v) kendi asrında yaşayanları İslam la şereflendirdiği gibi ona ve getirdiklerine inananları kıyamete kadar İslam la şereflendirecektir.
PEYGAMBER, İNSAN İLİŞKİLERİ
Yazımın bu noktasında İmam-ı Gazali hazretleri, İhyay-ı Ulumud’din adlı eserinin ilim bahsinin sonunda Peygamberimizin insanlar karşısında bu insanların teveccüh edebilecekleri vasıflarını (özelliklerini) sıralamakta olduğunu belirtmek isterim.
Peygamberimizin önemli bir vasfı Nübüvvet (Peygamberlik) vasfıdır. İkincisi, İmamet (reislik, başkanlık, ordu kumandanlığı, devlet başkanlığı) vasfı, üçüncü ise Hâkimlik (Yargıçlık) vasfıdır, denmektedir.
Peygamberimizin bir önemli vasfı da elbette ki kulluk vasfıdır. Ama bu vasıf insanlarla ve onların icabetleri (kabulleri) ile ilgili, değil Peygamberimizle yaratıcımız arasında ki bir vasfı (özelliği) olmaktadır.
Asr-ı Saadete göz attığımız da görmekteyiz ki Peygamberimizin Nübüvvet makamına (onun Allah tarafından gönderilmiş olduğuna) insanlar “iman ederek” icabet etmişlerdir. Bu vasfı kabul edenlere “Müslüman” denilirken kabul etmeyenlere “Müşrik (Allah şirk, ortak koşan)” denmektedir.
Bu vasfı kabul etmenin anahtarı hiç şüphesiz, “Kelime-i Şahadet veya kelim-i tevhit” sözlerinin dil ile söylenmesi ve kalp ile de tasdik edilmesidir.
Peygamberimizin ikinci vasfı,1. ve 2. Akabe biatlerinde ve Rıdvan biatinde de görüleceği üzere “İmamet vasfı”na yapılan biatlerdir.
Biatte, imanla alakalı bir eylem olmayıp, zaten iman etmiş bulunan Müslümanların Peygamberimize tâbi olmalarıdır. Onun İmamlığını (reisliğini, başkanlığını, kumandanlığını) kabul eden Müslümanlar, onun vereceği emirleri canla başla yerine getireceklerine söz vermiş olmaktadırlar.
Peygamberimizin 3. vasfı (özelliği) Hâkimlik, Yargıçlık vasfıdır.
Peygamberimiz kendine getirilen ihtilafları (kişiler arasında ki aykırılıkları) karara bağlar, hüküm verirdi. Hakkında karar verilen bir şeyler mutlaka yerine getirilirdi.
MİRAÇ VE HİCRETE İZİN
Miraç, yani Peygamberimizin Allah’la görüşmesi olayı, İslam tarihinde Mekke ve Medine arasında önemli bir kilometre taşı hükmündedir.
Miraç olayı “Necm (yıldız) suresinde (1 ve 18. ayetler)” etraflıca anlatılmakta, miraç’ın Müslümanların imanlarını kuvvetlendirirken müşriklerin küfürlerini artırdığı bildirilmektedir.
Peygamberler, Allah’ın (c.c) izni olmadan hiçbir şeyi kendiliklerinden yapmazlar. Peygamberimizin de Mekke’den Medine’ye Hicreti (taşınma) işinin Miraçtan sonra olduğuna göre, Allah’ı zül Celal hazretlerinin Miraçta Peygamberimize Hicret etmesine izin vermiş olduğu anlaşılmaktadır.
Peygamberimiz; çok sevdiği Mekke’ye yakın, fakirinin çok, akrabalarının bulunması ve bir önemli hususun da Medine’de “kendisine Biat etmiş” bulunan insanların orada olması “Hicretin Medine’ye yapılmasını” sağlamıştır.
Hicretin sonucunda Peygamberimiz (s.a.v) kendine inanmış ve biat etmiş insanların başına geçerek onlarla ordusunu kurması, Mescid-i Nebeviyi bir parlamento, bir şura merkezi, bir dış işleri bakanlığı gibi dış ülkelere elçiler göndermesi, elçileri orada kabul etmesi, sancağını tespit etmesi, bazı yasalarını yürürlüğe koyması ile fiilen “Devletini kurmuş” olmaktadır.
Bu safhada formülümüzün; “Ümmet + Hicret = Devlet” olduğu görülmektedir.
YORUMLAR