Sevgili çocuklar,
Hangi oyunu yalnız oynayabilirsiniz?
Tabii ben bu soruyu, dışarıda oyun yerlerinde oynadığınız oyunlar olarak soruyorum. Bilgisayar oyunlarını kastetmiyorum. Bunlar zaten sizin yalnız kalmanızı sağlayan birer tuzaktır.
Hiçbir oyunu… Değil mi?
Oyun oynarken yanınızda mutlaka birkaç arkadaşınız olmalı?
Ben size bir gerçeği daha söyleyeyim.
Hepimiz ömrümüz bitince dünyadan göç edeceğiz ve sonsuz bir âleme gideceğiz. Orada bir kısmımız yani çevresine hep iyilik yapmış olanlar “Cennet” denilen bir yere gidecekler, çevresine kötülük yapanlar ve başkalarının haklarını yiyenler de “Cehennem”e yuvarlanacaklar.
Cennet, bu dünyada eriştiğimiz nimetlerin çok daha fazlasının bize verileceği bir yer.
Oraya girmiş bir insan bile bu kadar büyük nimet arasında yanında bir arkadaş arayacaktır. Çünkü yalnızlık, Allah’a mahsustur (aittir).
İlk insan ve ilk Peygamber Hazreti Âdem (babamız) ilk defa cennette yaratıldı. Ama Allah Hz. Âdem’e cennet bile bir arkadaş ve eş olan Havva validemizi (annemizi) yaratarak, onu yalnızlıktan kurtardı.
Daha sonra “Şeytan” denilen, kötülükleri teşvik eden (özendiren) bir varlık bunları kandırarak, onlara Allah’ın emirlerine uymayan bir hareket yaptırdı. Allah da onları cennet’ten çıkartarak dünyaya indirdi. İşte o zamandan beri insanlar dünyada yaşamakta ve yaptıkları işlere göre dünyadan ayrılarak ya cennete veya cehenneme gitmektedirler.
Demek ki cennet gibi bir yerde dahi yalnız yaşanmıyormuş, değil mi çocuklar?
CANDAN ARKADAŞ LAZIM
Dünya’da yalnız kalmamak için bizim arkadaşlarımıza değer vermemiz gerekir. Bize gelen yiyeceklerin bir kısmını onlara yedirmemiz, sıkıntısı olan arkadaşımızın sıkıntısını paylaşmamız, sevinci olan arkadaşımızı sevincine ortak olmamız lazımdır.
Böyle davranırsak arkadaşlarımızla aramızda sağlam bağlar kurulur ve biz de yalnız kalmaktan kurtulmuş oluruz.
Ama Anadolu’muzda çokça kullanılan “Rabbena, hep bana…” sözünde elimizdekileri arkadaşlarımızla paylaşmazsak yalnız kalacağımız belirtilir.
Bir takım “şak şakçı...” ve dalkavuk (sizi yersiz öven) adamlar yanınızda kalabilir ama bunlara güvenilmez ve bunlarla da hiçbir yere gidilmez. “Bunların ipiyle kuyuya inilmez” Çünkü sizi yarı yolda bırakırlar.
BİRAZ DA BEN ÖLEYİM
Sevgili çocuklar,
Nasreddin Hocamız, sıcak bir yaz gününde seyahate (yolculuğa) çıkar. Uzun bir yolculuktan sonra bir kasabaya varır.
Hocamız hem yorulmuş ve hem de çok susamıştır.
Eskiden Anadolu’muzda her ev, “tanrı misafirini (konuk)” kabul eder ve ona ikramlarda bulunurdu.
Hocanın bir yabancı olduğunu gören bir kasabalı da hocayı evine davet eder ve ona serin bir ayran (dikkat edin kola değil) ikram eder.
Kocaman bir tas ayranı getirir, ortaya koyar. Hocaya bir küçük kaşık verir. Ev sahibi kendisi ise büyük bir kepçeyi alarak onunla ayran içmeye başlarlar. Ama ne içiş…
Hoca, ev sahibinin az da olsa bencilliğini görür ve ona bir ders vermek ister.
Hoca küçücük kaşıkla ayran içmeye çalışırken ev sahibi her kepçeyi ağzından çekerken; “Oh… Öldüm…” diye seslenir.
Hoca bakar ki bu böyle gitmeyecek… Küçücük kaşıkla bu ayranı içmek mümkün olmayacak… Sonunda dayanamaz ve ev sahibine dersini verir;
“Be birader (kardeş) şu kepçeyi bana ver de… Biraz da ben öleyim”
YORUMLAR