Sevgili çocuklar,
Nasrettin Hocamızı bilirsiniz.
Hocamız 25 yaşında ki oğlu ile birlikte kasabanın pazarına gitmek üzere bir gün sabah erkenden evden çıkmışlar. Tabii yanlarına da eşekleri Karakaçan’ı da almışlar.
Eşeğin üzerine bir miktar erzak (yiyecek) yüklemişler, üçü birden yolda yürümeye başlamışlar.
Bir müddet gittikten sonra karşılarına bir adam çıkmış ve bu adam dönüp tuhaf tuhaf bunlara bakıyormuş.
Hoca ile oğlu bu bakışa bir anlam verememişler ve adama sormuşlar;
“Ne diye bize tuhaf tuhaf bakıyorsun?” demişler. Adam;
“Hayret ettim size…” demiş. “Eşeğiniz var ama üzerine binmiyor, siz yolda yürüyorsunuz.”
Nasrettin Hoca ve oğlu bu ikazı yerinde bulmuşlar ve “ Adam haklı…” demişler.
“Haydi, eşeğe binelim”
Hoca eşeğin semerine oturmuş oğlunu da terkisine (arkasına) almış.
Bir müddet de böyle yol aldıktan sonra karşılarına çıkan bir başka adam;
“Hoca, Hoca… Sen de hiç Allah korkusu yok mu? Bu ne insafsızlık böyle… Bir küçük eşeğe hem sen, hem oğlun ve hem de bir miktar yük yüklemişsiniz. Zavallı eşeğin neredeyse beli kırılacak.”
Hoca ve oğlu utanmışlar ve “Adam haklı konuştu” demişler. “Eşeğe bu kadar yük yüklememeliydik” Hoca oğluna dönerek;
“Oğlum ben eşeğe bineyim de sen eşeği yularından çek” demiş.
Hoca eşeğe binmiş, oğlu da önde eşeğin yularını çekmeye başlamış. Böylece bir müddet daha yol almışlar.
Kafile (Hoca, oğlu ve eşek) bir subaşına yaklaşmışlar.
Subaşına vardıklarında orada oturup dinlenen iki köylü ile karşılaşmışlar.
Köylünün biri yanındakine Hoca ve oğlunun da duyacağı bir sesle;
“Şu koca adama bak. Kendisi eşeğe kurulmuş ama bu genç çocuğu şu sıcakta yolda yürütüyor” demişler.
Hoca düşünmüş ve bu ikazı yapan köylüyü haklı bulmuş. Oğluna;
“Oğlum. Adam haklı… Gel sen eşeğe bin de, ben yürüyeyim” demiş.
Hoca eşekten inmiş yerine oğlu eşeğe binmiş ve yola koyularak yürümeye devam etmişler.
Yol uzun… Bu sefer de arkalarından gelerek bunlara yetişen bir atlı (adam) yüksek sesle Hoca ve oğluna seslenmiş;
“Devir değişti azizim, devir değişti… Bakın hele… Eşeğe genç delikanlı oturmuş. Şu ak saçlı, aksakallı babasını utanmadan yolda yürütüyor” deyivermiş.
Hocanın ağzından yüksek sesle bir; “Hasbünallah…” sözü dökülmüş. Oğluna;
“Oğlum ne yapacağımızı şaşırdık” demiş.
“Bu eşeği arkamızda çektik, olmadı. İkimiz birden bindik, tenkit edildik. Ben yalnız başıma bindim, ayıplandım. Sen bindin, ben yürüdüm kınandık… Galiba şimdi yapacak tek şey kaldı”
Bakmışlar ki kasaba da uzaktan görünüyor.
Hoca oğlunu eşekten aşağıya indirmiş. Ağaçlar arasında sırık (kalınca değnek) yapılabilecek bir ağaç aramışlar. Bu ağacı keserek dal ve budaklarını temizlemişler. Eşeği de yere yatırarak iki ön ve iki arka ayaklarını birbirine bağlamışlar.
Ağaç sırığı eşeğin bağlı olan ön ve arka ayaklarından geçirmişler. Hoca öne geçmiş oğlu da arkaya… Hoca oğluna;
“Oğlum. Ben, (Ya Allah…) deyince birlikte bu sırığı omuzlayacağız. Sırığı omzumuza aldığımızda eşeğimiz de tersten bizim sırtımıza binmiş olacak” demiş.
Bir müddet sonra Hoca;
“Hazır mısın, oğlum?” demiş. Oğlu da;
“Hazırım baba…” deyince,
Hoca yüksek sesle; “Ya Allah…” diye selenmiş.
Hoca ve oğlu eşeğin ayaklarından geçirdikleri sırığı omuzlamışlar ve bu ağır yükün altında inleye sızlaya kasabaya girmişler.
Kasaba halkı Hoca ve oğlunun kendi eşekleri sırtlarında kasabaya girdiklerini görünce;
“Hayrola Hoca… Bu ne hal böyle…” demişler. Hoca da onlara,
“Başkalarının ağzıyla hareket edenin sonu işte böyle olur… Beğendiniz mi?” demiş.
Neymiş, çocuklar… Birlikte tekrarlayalım mı?
“Başkalarının ağzıyla hareket edenin sonu işte böyle olur”muş.
YORUMLAR