Asr-ı Saadet, Peygamberimizin yaşadığı asır… Bir başka ifadeyle “Ben Müslümanım” diyenlere kıyamete kadar örnek alacağı olayların yaşandığı asır… Rab’ımız bu asrı öyle tanzim buyurmuş ki kıyamete kadar gelen bir Müslümanın fert, toplum ve sistem bazında hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, kendine oradan örnek bulabileceği bir asır olmuştur.
Uhud harbinde okçuların, Peygamberimizin kesin talimatına rağmen “Okçular tepesini” terk etmelerinin, Müslümanlar aleyhine nasıl sonuçlar doğurduğunu, kazanılan bir savaşın nasıl kaybedildiğini göstermesi… Kıyamete kadar gelecek Müslümanların başlarında ki idarecilerine itaat etmeleri gerektiğini, itaatsizliğin için benzer gailelere yol açabileceğinin ikaz işaretlerini taşımaktadır.
Burada bir hatırlatma yapmakta fayda vardır. Zamanımızda bazı Müslüman ülkelerde namazında niyazında bazı insanların Müslümanların başına geçtiklerini, ancak bunların “Hak’ın hâkim olması, adil bir düzenin kurulması gibi” idealler benimsemedikleri, o zamana kadar devam eden sömürücü Kapitalist düzenin devamı sağlamak gibi bir görev üslendikleri görülmektedir. Bu insanların ayette belirtilen “Sizden olan…” kavramıyla bir ilgisi yoktur.
MÜSLÜMANLARIN İLK YAPMASI GEREKEN
Değişik yerlerden gelen ve bir araya toplanan bir takım insanlar, önce birbirleri ile tanışacaklardır. Baktılar ki hepsi de Müslümandırlar. Bu insanların ilk yapacakları nedir? Namaz mı kılacaklar? Oruç mu tutacaklar? İslam, bunların ne yapmasını istemektedir?
Bu durumda Müslümanların ilk yapması gereken, içlerinden birini kendilerine baş olarak belirlemek ve ona itaat edeceklerinin sözünü vermek olacaktır. Buna İslam’da “Biat (bağlanma)” denmektedir. Bu işlemden sonra namaz vakti girmişse bu imamın (başkanın) başkanlığında namaz kılacaklar veya Ramazan ayındalarsa oruç tutacaklardır.
Peygamberimizin irtihalinden (vefatından) sonra Müslümanlar, “Âlemlere rahmet…” Peygamber efendimizin defin ve teçhiz işlerini yapmadan önce kendilerine Hazret-i Ebu Bekir’i baş seçmişler, daha sonra Peygamber efendimizle ilgili işleri yapmışlardır.
Bir kısım Müslümanlar bu işlemi yani baş seçimi, daha sonraya bırakılmalı, şimdi Peygamberimize ait görevler yapılmalıdır, dememiştir.
Sonradan hiç birisi, “ben daha âlimim, ben daha çok becerikliyim, benim etrafımda daha çok insan var veya ben ölen başkanın yakınıyım (saltanat hakkı) gibi nefsanî sözlerle bu bağlanmadan kaçınmamışlardır.
BAŞ SEÇMEDE YAPILAN UYGULAMALAR
Peygamberimizin irtihalinden hemen sonra baş seçmenin şart olduğunu bilen sahabeyi Kiram, “Ben-i Sakafe” de toplanarak bu işi konuşmaya başlarlar. Bunların, bir başın seçilmesinde her hangi ihtilafı (ters düşmesi) yoktur. İhtilaf, bu başın yani Halife’nin, Muhacirlerden (Mekkeliler) mi yoksa Ensar’dan (Medineliler) mi olacağındadır.
Olayı haber alan Hz. Ebu Bekir ve Ömer’de Peygamberimize ait defin ve techiz işlerini bırakarak oraya gelirler. Yapılan görüşmeleri ve düşülen ihtilafı anlarlar. Bu esnada Hazret-i Ömer, üstün özellik ve vasıflara sahip olan Hazret-i Ebu Bekir’in elinden tutarak ona; “Ey… Ebu Bekir… Ben sana biat ediyorum” diyerek onu kendine baş seçtiğini, sözüyle ve kavliyle (hareketiyle) ortaya koyar.
İslam’da bir baş varken ikinci bir başın seçilmesinin mümkün olmadığını bilen sahabe-i Kiram da, birer birer Ebu Bekir’e biat ederek (bağlandığını bildirerek) onun başkanlığı altında toplanırlar. Böylece ittifak (birlik) sağlanmış ve İslam Ümmet-inin ihtilafa düşmesi, parçalanması ve zayıflaması önlenmiş olur.
İkinci örnek, Ebu Bekir den sonra Hazret-i Ömer baş seçilmesinde yaşanır. Hazret-i Ebu Bekir’in Halifeliğinden memnun olan Sahabe-i Kiram’ın önde gelenleri, Ebu Bekir’in sekarat (ölüm hali) haline girdiğini görerek ona;
“Ya… Ebu Bekir… Kendinden sonra bize Halife (baş) olarak kimi tavsiye edersin? diye sorarlar. O da; “Ömer’i Halife olarak belirlediğini” açıklar. Böylece Müslümanların başı belirlenmiştir. Hazret-i Ebu Bekir’in vefatından sonra Müslümanlar Hazret-i Ömer’e biat edilerek, Müslümanların bir an bile başsız kalmamasını sağlamış olur.
Üçüncü örnek Hazret-i Osman’ın seçilmesinde karşımıza çıkar.
Bir namaz esnasında, ateşperest birinin Hz. Ömer secde anında iken onu sırtından zehirli hançerle hançerlemesinden sonra Hz. Ömer ağır yaralı olarak bulunduğu bir sırada, Sahabey-i Kiram kendisine; “Ey… Ömer. Senden sonra kimi Halife seçelim?” diye sorarlar. O da, oğlu Abdullah’ın da içinde bulunduğu 7 kişilik bir heyeti belirler. “Bunlar kendi aralarında birini Halife olarak belirlesinler” der. Ancak bir tembihat yapmayı da unutmaz. Oğlum Abdullah’ı Halife olarak seçmeyin” buyurur. Kendisine, “Niçin Ya Resullulah’ın Halifesi?” dendiğinde; “Çünkü bir evden bir kurban yeter” diyerek cevap verir.
Hazret-i Ömer, böylece “Başkanlığın, babadan oğula geçen bir saltanat olarak kurulmasına…” ait ilk örnek olmak istememiştir.
Burada en önemli hususun, başkanda ehliyet ve dirayetin aranması hususudur. Çünkü insanda aranan bu özellikler ancak onun bir işte çalıştırılmasıyla, kendine verilen görevi nasıl yapıp yapmadığıyla ortaya çıkar ve bunu da ancak bir üst amir gözlemleyebilir.
Zamanımızda ki baş seçiminde ise artık ehliyet ve dirayetin aranmamaktadır. Bunun yerine, “kimin parası çok, kim kendini halkın karşısında daha iyi tanıtabilmiş, diğer ifadeyle kendini daha iyi reklam edebilmişse, onun başkan seçildiği bir sistem yürürlüktedir.
Konuyu biraz da açarsak, zamanımızda tek merkezden güdümlü medya (gazeteler ve TV’ler) önce kendiyle işbirliği yapacak birini (iş birlikçisini) belirlerler, daha sonra onu her gün defalarca tanıtan haberler, yorumlar, açık oturumlar yaparak halkın ona rey vermesini sağlarlar. Seçilen kimse (milletin aleyhine de olsa) artık ne isterlerse onu yapmaya mecburdur. Yoksa desteklerini çekerler ve belki onu idama bile götürürler.