Türk edebiyatının usta kalemi Alev Alatlı, 06.09.2021 tarihinde Günaydın gazetesinden Tuba Kalçık ile gündeme dair “CHP, 15 Temmuz darbe girişimi ve Türkiye ekonomisi” hakkında verdiği röportajdan alıntılar yaptım.
“Siz sola dair tespitler yapan birisiniz. Türkiye'de sol düşüncenin din ile arasında hep bir mesafesi varmış gibi toplumsal bir algı var... Ne düşünüyorsunuz?
Var tabii. Sovyetler Birliği'nde ateizmin resmi devlet dini olduğunu unutmayın. Yoksul halkların sorunlarını çözmede muhafazakârlara kıyasla çok daha iyi reçeteler önermişti. Velâkin ünlü psikiyatrist Irvin Yalom'un demesiyle, 'dinin büyüsü' diye bir kavram vardır, militanlara ‘Dine gerekli gereksiz bulaşmayın, haddiniz değildir’ mealinde nasihat eder. Kaldı ki, solun önerdiği politikaları izlemek için ateist olmaya gerek yoktu, hele de Türkiye'de. Dini bütün insanlar, ateizm hariç sosyalist politikaları kapitalist politikalardan daha fazla yadırgayacak değillerdi. Hristiyan kökenli militanların Katolik Kilise'si ile sorunları vardı, haklı olarak tavır almışlardı. Türk solu onların koşullarını doğru çözümleyemedi. Deyiş yerindeyse; giysiye bize uyacak şekilde tadilât yapamadı, biz de almadık. ‘Seni aramıza alırız ama Müslüman kimliğini reddetmen lâzım’ gibisinden bir önkoşul nasıl olsun.
***
Nasıl bir hayat geçirdiniz? Çok fazla pişmanlığın olmadığı bir hayat geçirdim. Ciddi hatalarım olmadı. Elbette hatalar yaptım ama bunlardan da çabuk dönmeyi bildim. İnançlı bir insanım, Allah'ın beni hep koruduğunu ve kolladığını hissettim hayatım boyunca. Sağlıklı bir bedenim var. Sevmenin ötesinde saydığım, beğendiğim bir kızım var. Şanslıyım, büyük yoksulluğun ne olduğunu gördüm. İyi ki yaşamışım.
***
Türkiye’nin karnı doydu: Asker bir babanın kızıyım, İkinci Dünya Harbi'nin ortasında çadırda doğdum. Babamın birliği Ege'de olası bir Alman saldırısına karşı konuşlanmıştı. Annem bana hamile, İstanbul'dan toplanıp yanına geliyor. Çok çalışkan, güçlü bir annem vardı. Gündüz Merkez Bankası'nda çalışır, gece dışarıya dikiş dikerdi. Böyle bir rol modelim olduğu için şanslıyım. Çocukluğum 1950'lerde Doğu'da geçti. O zaman çok büyük yoksulluk vardı, kışın ortasında ödevlerini elektrik direğinin altında yapan arkadaşlarım vardı, evlerinde mum bile olmadığı için. O yoksul Türkiye'den bugünlere geldik, çok şükür. Hızlı bir ekonomik dönüşüm yaşadık. O kadar hızlı olması da beni korkutuyor. Talepler arttı, kıymet bilinmiyor. Zenginlik ve fakirlik hep vardı ama zenginle fakir arasındaki uçurum bu kadar derin değildi. Zenginler varlıklarını teşhir etmezlerdi. Örneğin, biz dışarıda ekmek bile yemezdik, insanların canı ister diye. Şimdi sergiliyorlar zenginliklerini. Bir de tabii koşullar da eskisi gibi değil. Türkiye'nin karnı doydu. Tokuz, çok şükür. Oysa ben eve çamaşıra gelen bir teyze hatırlarım; çocukları açlıktan ağladığında sussunlar diye dövdüğünü anlatırdı. Abartmış olduğunu düşünmek istiyorum ama gördüklerim doğruluyor. Çok şükür, bugün artık açlıktan ziyade açgözlülük var. Açlık görecelidir, mutlak açlık, alınması gereken günlük besinden mahrum olmaktır. Ben gerçek açlığın ne demek olduğunu bizzat yaşadım, gördüm. O yüzden, siyasi bir söylem olarak açlık Türkiye'nin bugünkü koşullarında inandırıcı gelmiyor. Bir de, bizler komşumuz açken tok uyuyamayan insanlarız. Bizde acından ölen kimse olmaz.
***
Hayal alemindeler: Amerikan sinemasının önceliği kendi kamuoyudur. Ülkede 16 milyon çocuğun açlık sınırı altında yaşadığını, evsizlerin sayılarının milyonlarla ifade edilebildiği, gelir dağılımı bozukluğunda ABD'nin dünya ikincisi olduğunu kendi kamuoyundan saklar, kendilerini ve dünya halklarını refah, demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi olmadık bir hayal aleminde yaşatırlar.
Aşağılık bir söylem: Eski başkan Theodore Roosevelt, sinemanın propaganda kapasitesini idrak eden adamdır. Küba'dan başlamak üzere, Amerikan kamuoyunu emperyalist savaşlara hazırlayan Roosevelt'dir. Hollywood'un işbirliği onun zamanında başlamıştır. O gün bugün, Amerikan askeri tarihi bile Hollywood filmlerinden sorulur. Öyle ki, mesela, halkın Vietnam savaşını Amerikalıların kazandığını sandıklarını gösteren araştırmalar vardır. Bütün bundan bizim etkilenmememiz mümkün değildir. Ancak, her şeye rağmen bizim gerçekçi yanımız ağır basar. İçimize sinmeyeni iteleyen, uzak duran bir halimiz vardır. Bu da bizi daha korunaklı hale getiriyor. Ben anomaliye (Gelişim ve büyümede olan bozukluklar sonucu vücut ve organların normalden ayrı bir yapılışta olması, fetal anomali, acayibat) şerbetli olduğumuzu düşünürüm. Sanki içimizden bir ses ‘O kadar da değil’ der ve biz birbirimizle kavga etmeyi bırakır, dayanışmaya geçeriz. Milletçe saklı bir gücümüz var gibidir ki bunu 15 Temmuz'da gördük. Benim mahallemde sala, Cumhurbaşkanı televizyona çıkmadan asgari 1,5-2 saat önce başladı. Mahalleli sokağa çağırıldı, millet davete icabet etti. İtiraf etmeliyim, bu ülke halkına sevgimin, saygımın bir kere daha yenilendiği andı. 15 Temmuz'a tiyatro diyenler de oldu... Yakışıksız bile değil, aşağılık bir söylemdi.
***
Kapınıza geleni almamazlık yapamazsınız: Mülteci konusu Afgan sığınmacılar sonrası tekrar gündeme geldi... Komşunuz açken tok uyuyabilir misiniz? Uyuyabiliyorsanız mesele yok. Uyuyamıyorsanız, aç, hasta insanlar kapınıza gelmişlerse, almamazlık yapamazsınız. Bakmayın siz ülkeye alındılar diye 'kızanlar' da iş başa düştüğünde insanları ortada bırakmazlar. Mesele muhalefet olsun. Yalnız şunu söylemeliyim. Göç hadisesini ağzımıza yüzümüze bulaştırmadan çok dikkatli yönetmek zorundayız. Meşhur sözdür, hayrı uzatma şerre dönüşür. Şikayetler artar, düşmanlıklar oluşur filan. İşin başından misafirlik koşullarını, süreci, aldı-verdiyi kağıda dökmek lazım ki sonradan kimse küsmesin, mızıkçılık da etmesin.
***
Pandemi süreci sizi nasıl etkiledi? Çok dışarı çıkmadığım için evde vakit geçiriyorum. Pandemi sürecinde de evdeydim. Dolaşmayı seven biri değilim, zaman ziyanı gibi gelir. Zaman kavramı benim için önemli. Bir şeyi yaparken neyi kaçırıyorum diye düşünerek yaşadığım için vaktimi en doğru şekilde kullanmaya çalışıyorum. Saniyeler bile kıymetli. Değerini bilerek yaşamalıyız.” Hoşça kalın.
YORUMLAR