Reklam
Reklam
GAZETECİLİK "CAMBAZLIK" DEĞİLDİR…!
Erol TAYHAN

Erol TAYHAN

GAZETECİLİK "CAMBAZLIK" DEĞİLDİR…!

19 Mayıs 2021 - 13:02

Ramazan bayramının yazısı “bu başlıkta olmamalı” diyebilirsiniz. Ancak yazımın hemen başında ifade etmeliyim ki şuna emin olun : “Ülkemin en büyük problemi hala cehalet..”! Evet maalesef “cehalet..!” Üzülerek ifade ediyorum ki “cehalet..!”

O yüzden cahile karşı tavır ve davranışlarımızda uymamız gereken birtakım kuralların bilinmesi gerekiyor ! Bu açıdan çağımızda “cahili, özellikleriyle birlikte” tanımamız ve ona göre gardımızı almamız gerekiyor..!

Şu da unutulmamalı; her şeye rağmen “cehalet direniyor..!

Ayakta durmak, söz sahibi olmak ve gündemde kalmak için “direniyor..!” Cehaletini gizlemek için “direniyor..”

Kendini “kamufle” etmek için direniyor..!

Şarlatanlık ve şaklabanlık yaparak direniyor..!

CEHALET “CANT ÜSTÜNDE”..!

Aslında cehaletin direnci “lastiği patlayan aracın cant üstünde gitmesine benzer…” Hani cahiller için “boş teneke gibisin” denir ya..! Atalarımızın “boş fıçı çok ses çıkarır” sözünün bileşkesidir cehalet bir anlamda..!

Beyni sadece hakaret dağarcığına ve “nato mermer” kombinasyonu kafaya sahip tenekeler için geçerli bir sözün açıklamasıdır cehalet..!

Cahil “doğru bildiği dışında” her şeye maydanoz olur.! O yüzden hep saldırgandır. Rakip gördüklerine saldırır, çıkarı için saldırır.

Çünkü cahil her zaman, kendini dev aynasında görür; “bilmez ki aynalar kendini yansıtır…!”

Kendi cahil olanın, aynada bilim adamını görmesi mümkün müdür! Tabii ki sen cahilsen aynada beni yansıtacak hali yok; seni cahili yansıtacaktır.

Cehlin marifetlerini bilmeden cahili tanımak kolay olmaz. O halde devam edelim:Cahil, durup dururken ani fevri hareketlerle kendi cehaletini, kendi dengesizliğini, kendi ukelalığını “fevri çıkışlar yaparak örtbas etmeye çalışır...! Hani “boş tenekeden çıkan gıcık ses” gibi..!

“Ben buradayım bana bakın” demeye çalışır.

CEHALET “SİNEK” GİBİDİR…!

Cahil her zaman “kompleks” sahibidir; eziktir, ezikliğini de “kendisinin uzanamayacağı kişi ve kurumlarla dalaşarak” onları karalayarak, durup dururken senaryolar üreterek, kendisinin “ak ve pak olduğunu” göstermeye çalışır. O yüzden yeterli derecede öğrenim görmediği için fırsat buldukça eğitim ve öğretim kurumlarına ve kurum çalışanlarına saldırır. Öğretmene ve öğretmenliğe saldırır. Yüksek öğretim kurumlarına özellikle üniversiteye ve öğretim üyelerine saldırır .

Uzanamadığı ve uzanamayacağı her mertebe ve her makam onun için bir fırsattır. “SÜTE KONAN SİNEK” gibidir. Bembeyaz süte dalar ama eninde sonunda orada donar kalır.

Yaşadığı hayatta bir çok darbe yemiş olmasına rağmen “o” doyumsuzdur; kabın içindeki “süt” ve “okyanus” onun ilgi dağarcığı içindedir. Süte dalar boğulur, okyanusa dalar boğulur.

Bilmez ki “beyaz süt” de “okyanus” ta onun ilgi alanında değildir. Onlara bir “hırs ve inatla” saldırması onun kaybolup gitmesi anlamı taşır.

Böyle bir yola tevessül etmesi de tabii ki cehaletiyle ilgilidir.!

Halbuki koca okyanus onun sülalesini de çevresini de tüm cahilleri de boğabilecek bir güçtedir.

Peki sinek, neden böyle bir yola tevessül etmektedir! Cevabı açık: Cahil içemediği okyanusun suyunu tüketemediyse de “sütü-kaymağı” yok edemediyse de; en azından süte konarak sütü murdar etmeye tevessül etmiştir. Cahilane bir rahatlığa bürünmüştür.

Kendisi gibi “cahil-cühelanın anteni olmuştur.!”

Yalakalardan “aferin” almıştır. Çünkü o da bilir ki “çamur, çamuru bulur çamurlukta…”

Cahilin bir özelliği de “kedi”yi andırmasında gizlidir.Hani bilirsiniz “kedi, uzanamadığı ciğere murdar dermiş ya…!” Sinek misalinde olduğu gibi… Yiyemediği, alamadığı veya elde edemediği değeri “hiç olmazsa lekelerim, ciğeri de başkası yemez” mantığıyla sözde hedefine ulaştığını zanneder.

Cahil cühelanın doyumsuzluğu da oradan gelir zaten…!

CAHİL, EN ÇOK “DOĞRUDAN KORKAR.!”

“Peki cahil en çok kimden ve nerden korkar?”

Bu güzel sorunun cevabı açık ve nettir: “Cahil en çok yanlışın ortaya çıkmasından korkar. Yani cahilin en korktuğu şeydir DOĞRULUK…!

“Bu konu da nasıl buraya geldi” derseniz; “Cehlin medyaya sızma girişiminin” bunda etkili olduğunu belirtmem gerekiyor.

CAHİL, NEDEN MEDYAYI SEVER.!

Çünkü medya vitrindir. Sestir, süstür, gösteriştir, görüntüdür, gürültüdür…!“Mürekkep Yalamadan” emek sarf etmeden gündem olmanın en kolay yolu medyadır çünkü. Cahil için kısa zamanda ön plana çıkma yöntemidir bir anlamda …!

Gazete veya televizyon kurmak için diploma istenmez. Medya patronu olmanın da “şartı- şurtu” yoktur. “Alırsın çuval dolusu parayı atarsın kasaya-masaya; oturursun boş koltuğa…Oldun bir anda medya patronu…!”

Parayı nerden ve nasıl kazandın! Alırken ve satarken fatura kestin mi! Masraf gösterdin mi !. “Kaça aldın, ne kadar para ödedin, Devlete NE KADAR VERGİ ÖDEDİN !” soran olmaz…!

Peki bu işten anlıyor musun! Gerek yok ki “alırsın bir silahşör; oraya döndür at, beriye döndür at..! Cahilin çalıştırdığı da kendisi gibidir: “Liyakat sıfırdır.” Liyakat sıfır olmazsa istediğini yaptıramazsın zaten..!

O yüzden cahilin çalıştırdığı da kendisi gibidir, kendisini yansıtır. Kendisi gibi olmazsa işi yürütemez çünkü….

İletişim Fakültesi’nin kapısından geçmemiştir.Öğretmenden edep terbiye görmemiştir.Bunların tek hedefi para hırsıdır ...Para elde etmek onlar için tek seçenektir.

Oysa gazetecilikte esas olan “ahlaktır, edeptir, basın etik kuralları”dır.

GAZETECİLİK SORUMLULUK İSTER

Gazeteci, basın özgürlüğünü halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir.

Gazeteciden bahsediyorum tabii ki... “Sözde gazeteciler, veya gazetecilik taslayanlar” bu çerçeve dışındadır bilesiniz.! Özde gazetecilerden bahsettiğimi anlamışsınızdır!

“Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluklardan önce gelir.”

Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal bir nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir ve paylaşır.

Son olarak şu kuralı da belirtmem gerekiyor: Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle, sorumlukları ile “meslek ilkeleri” yani daha açık bir ifadeyle “meslek ahlakı” belirler. İşin özü :Gazetecilik sorumluluk ister.

GAZETECİLİK, BESİCİLİK DEĞİLDİR!

Bilesiniz ki gazetecilik (affedersiniz) hayvan alıp satmaya benzemez.Cambazlık değildir gazetecilik…! Sucuk alıp satmaya da benzemez. Sorumluluk ister.

Prof. Dr. Üstün Dökmen bir tespitinde “çocuklarınızı BESİCİ mantığıyla yetiştirmeyin” uyarısında bulunurken; insan faktörünü vurguluyor. Besicilik, hayvan eğitme ve besleme işidir. Oysa eğitmek, öğretmek, medya bir bilim dalıdır; ilimdir. “İnsanla-toplumla ” direkt ilgilidir. TRT’nin son sloganının da “Özü sözü insan” olmasının altında bu gerçekler yatmaktadır. İletişim (‘gazetecilik, basın, medya’ nasıl tarif ederseniz edin) özü insan ve toplumla ilgilidir. İletişim insanla yapılır çünkü…

“MEKTEPLİ” Mİ “ALAYLI” MI…!

Meslek olarak medya sektörü içinde yer alacaksanız :“Ya MEKTEPLİ olmalısınız ya da ALAYLI…!”Her ikisinin de olması kaymaklı baklava gibidir.Öyle olmazsa alanda uyulması gereken kuralları nereden bileceksiniz! Mektepli olmasanız da eğer alaylı iseniz meslek örgütü olarak Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC)’ni ve “Türkiye Gazetecileri HAK VE SORUMLULUK BİLDİRGESİ”ni nerden bilip nerden okuyacaksınız! Basın Konseyi’nin görev ve sorumluluğunu nereden bileceksiniz! Meslek örgütlerinin mahiyetini, mesleki sorumluluğunu nerden bileceksiniz ki…!

“İnsan ve yurttaş hakkını” nereden bileceksiniz!

“Gazetecinin haklarını” nerden öğreneceksiniz!

“Gazetecinin temel görevlerini ve ilkelerini” nerden duyacaksınız!

“GAZETECİNİN DOĞRU DAVRANIŞ KURALLARINI” nerden bileceksiniz!

“Eleştiri ve özeleşti” kavramlarını nereden anlayacaksınız!

Reklam ve haber arasındaki farkı nerden çözeceksiniz!

Tehdit, şantaj ve asparagas haberin ifade ettiği manayı ve gazetecilik etik kuralları nereden bileceksiniz!

Medya işte o kadar büyük bir sorumluluğu içine alan bir büyük kavramdır ki hedefi sadece insan ve toplumdur.

Ama siz hayvan besiciliğinden, cambazlıktan kaçıp medyanın başına geçerseniz; hem şaşırırsınız hem de saldırırsınız.!

İnsanın olmadığı yerde iletişim olmaz. İletişim aynı zamanda bir bilim yuvasıdır, ilimdir. O yüzden Gazeteciler Cemiyeti Düzce Üniversitesi bünyesinde “İletişim Fakültesi” nin acil kurulması gerektiğini tezini savunmaktadır. Medya bu anlamda iletişimciler sayesinde Ülkede de Düzce’de de mertebe atlayacaktır. Cahil-cühelanın hakim olmadığı, bilim insanlarının ön planda olduğu, medya çalışanlarının kente ve kent halkına hizmette yarıştığı bir ortamı tahayyül edebiliyor musunuz!

Gazetecilik sokak ağzıyla, mafya diliyle, sinkaflı sözlerle, lağım sularıyla, çamurla irinle yapılmaz.!

Üstelik,“çağın vebası” niteliğindeki dünyayı ayağa kaldıran, insanlığı mahveden COVİD-19’un yayılmasının önlenmesi de yine CEHALETLE İNİLTİLİDİR. Yazılanı okumayan, söyleneni dinlemeyen, kural kaide tanımayan bir toplumun geleceği karanlıktır.Bir ülkede asayiş ve güvenden sorumlu emniyet ve jandarma başta olmak üzere devlet birimlerinin küçüğü büyüğü olmaz. Amiri memuru aşağılamanın, toplumda küçük düşürmenin faturası fertle ilgili değil yasalarla koruma latındadır…Hele böyle hassas dönemlerde kural koyan ve kaidelerin uygulanması için çaba sarf eden devlet erkanının daha iyi anlaşılması ve daha iyi korunması gerekir. Halk, yoksa kime inanacak kime güvenecektir!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk “5.Ocak. 1924”te İzmir’de gazetecilerle yaptığı söyleşide şunları söylemişti: “Türkiye basını, milletin gerçek ses ve iradesinin doğduğu yer olan Cumhuriyetin etrafında bir kale oluşturacaktır. Bir düşünce kalesi, düşünce yolu kalesi…Basın görevlilerinden bunu istemek cumhuriyetin hakkıdır.”

Yazımı, Prof. Dr. İlberOltaylı’nın benim bu yöndeki görüşlerimi teyit eden şu görüşleriyle tamamlayayım:“Atatürk 4 sene işgalcilerle 15 senede cahillerle savaştı bunu unutmayın. Bu ülkenin başlıca sorunlarından birisi cehalettir..”

Hz. Mevlana da ölçüyü vermiş: “Cahil insan gülün güzelliğini görmez; gider dikenine takılır…”

Prof. Dr. Dökmen’de“Toplumu virüs değil cehalet bitiriyor” diyerek adeta bizim bu tezimizi güçlendiriyor.

Pandemi sıkıntısı ile el yerine göz ve gönlün hakim olduğu bu mübarek ramazan bayramının “virüs başta olmak üzere her türlü bela ve musibetlerden kurtuluşumuza vesile olmasını Yüce Mevla’dan niyaz ediyor; “İletişimin aslında bir sanat olduğunu, bu sanatın da edeple yapıldığını” hatırlatmayı bir görev telakki ediyor; öncelikle halkımızın ve değerli meslektaşlarımızın ramazan bayramını en içten duygularımla tebrik ediyorum.

Hayırlı, huzurlu ve sağlıklı günlerin özlemiyle “virüssüz bayramlar”da buluşmayı diliyorum.

 

Bu yazı 48562 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar